30 Mayıs 2012 Çarşamba

eski bir anı

  Çok matrak bir adam. Hafif göbeğin bir ine bir çıka yükseldiği, gevrek gevrek bir gülüş...Altı kızdan sonraki tek erkek çocuk olması dolayısyla nenemin kardeşi büyük dayımın havasını bir düşünün, o iltiması, üzerindeki ilgiyi ve bununla birlikte gelen şımarıklığı.

  Yıllar yıllar öncesinde, daha henüz çocukken ailecek komşu köylerden birine gidiyorlar. Bayram belki seyran, belki bir düğün... Ev sahibesi kadın âdet olduğu üzere bir yer sofrası kuruyor. Sofrada  sarma var. O yıllarda büyüknenemgil köyün en zengin insanlarından olsalar da fakirlik herkesin başında olduğundan sarma zengin sofraların harcı. Her zaman bulunabilen bir yemek değil. Kim bilir belki ileşberlik(Bu bana kalırsa rençberlik sözcüğünün bozularak söylenişi ve anlamı: beden gücüne ve toprağa dayalı  çalışma biçimi, kara işçilik de diyorlar) olduğundan bu tür ince bir yemeği yapmak için vakit yoktur.

  Dayım çocuk saflığıyla çok hoşuna gitmiş olacak, ağzına ikişer ikişer atıyormuş sarmaları. Hiç tanıyamadığım büyüknenem de daha kibar olsun, sanki görmemiş gibi davranmasın diye çaktırmadan çimdik atıp dürtüklüyormuş. Tabi dayım o şımarıklığı üstüne eklenen hazır cevaplığı ile:

  -Ne dürtüpdurusun gız, üçü ağzıma mı sığıyor, demiş.

28 Mayıs 2012 Pazartesi

bok mu var?

 Romeo'da profilinde partneri var yazanlara bi sormak istiyorum: 

                                                            "BOK MU VAR O HALDE?"

  Ne diye hala bu iğrenç ortamda dolanıyorsun ki? Git sevdiğinin  sevgili kollarında geçir değerli vaktini. Yo hayır amacın ne yani? Eğer gerçek anlamda hoşlanmıyorsan partnerim var yazma bari.

  İşin daha vahimi geçenlerde biri ile konuşuyoruz çocuğun sevgilisi varmış beş yıldır, aynı evde yaşıyorlarmış, güzel bi işi varmış. Sonra resmini gönderdi ben hiç istemediğim halde. "Sevgilin şanslıymış." dedim çünkü gerçekten hoş bi çocuktu. "Ben de şanslıyım."  dedi. Sevgilisi de anlattığına göre yeşil gözlü, uzun boylu, yakışıklı bi çocukmuş. Bi çok insanın sahip olmak istediği şeye sahipken neden hala başka bedenler aradığını sorduğumda, insanın istekte bulunurken dikkatli olması gerektiğinden dem vurdu ve onca yıldan sonra artık farklı bişeyler arıyormuş insan.Onu da seviyormuş ama alışkanlık olmuşmuş. İleriki yaşlarda geriye dönüp baktığında hayatının en güzel yıllarını sadece bir kimseye bağladığı için mutlu mu olacağından yoksa pişman mı olacağından emin değilmişmiş. Yine soruyorum:

                                                      "BOK MU VAR O HALDE?"

  İstemiyorsan bırakır gidersin. Beğenmiyorsan, sıkıldıysan ayrılırsın. Pişmanlık duyacaksan vazgeçip yoluna bakarsın. Onunla birlikteyken aldatmayacaksın. Ve ne yazık ki bir filmde söylendiği gibi "İnsanlar tamahkardır. ...Ve o bunu kavrayamadı."
 

26 Mayıs 2012 Cumartesi

yağmur yağıyor ve ben



  Yağmur yağıyor ve bir şehir akıyor dışarda otobüsün camından akıp giden damlalar gibi. Yanımda güzel bir çocuk oturuyor. Benimle ilgilenmiyor bile. Daha kaç gün, daha kaç gece geçmesi gerekiyor bilemiyorum. Yalnızlık dokunuyor canıma. Diyorum: "Ey Tanrım! Madem beni böyle yaratacaktın, o zaman neden daha kolaylaştırmadın diğer kalan şeyleri? Diğer insanlar kadar biz de uğraşıyoruz hayatın karmaşasıyla ve bize ekstradan bu yük niye?"  

  Yağmur yağıyor ve ben güzel bir çocukla brandanın altında saklanıyorum İstiklal'de. Daha önceden bana çubuk kraker uzatmıştı sınıfta, beni hiç tanımadığı halde. Çok hoşuma gitmişti. Ve tanıştık orda, sohbet ettik. Yumuşak bir sesi vardı ve neşeliydi. Yağmurun dinmeyeceğini bile bile dinmesini bekledik. Çünkü ikindi yağmuru dinmezdi. Dinmesindi zaten. 

  Yağmur yağıyor ve ben geçmişten birini bekliyorum. Niye çağırdım, niye görüşelim dedim en ufak bir fikrim bile yok. Sanırım yalnızlık dokunuyor canıma bugünlerde. Beni pek umursamıyor ve uykusu olduğunu söyleyip gidiyor görüşmeden. Kızıyorum ama ona değil, daha çok kendime. 

  Yağmur yağıyor ve ben tüm bıkkınlığımla karşısında onu izliyorum. Sessizce, boğazımda düğümler... Ağlayamıyorum. Kolay ağlayamam ben zaten. Keşke ağlayabilsem.

25 Mayıs 2012 Cuma

Gasteye çıkmak



  Sevgili bıyıksever bloggerlar, bu hafta sonu gazeteye çıkacak olan röportajım nedeniyle Panter Emel'in izinden gittiğimi ve sıkı bir takipçisi olduğumu kanıtlamış bulnuyorum. 'Neden Panter Emel, nerden çıktı şimdi bu, ne alakesi var?'  demeyin. Baroda normalde benim seçmem gereken ama teknik sebepler dolayısıyla seçemediğim ve bana verilmiş dersler içinde Hayvan Hakları Hukuku diye bir ders var. Bu ders Türkiye'de ilk defa bir baro tarafından ders kapsamına alınmış ve pek de kimsenin itibar etmediği, hukukumuzda da bırakın hayvanları, insanları bile korumakta zorlanıldığı için doğru dürüst düzenleme bulunmayan bir alan olması itibariyle önemli. Bundan dolayı da iki gazeteci bayan derse girdiler. Kaytan bıyık'ın ve tüm sınıfın boy boy fotoğraflarını çektiler. Hatta röportaj yaparken benim özel fotoğrafımı bile çektiler. Çok da cool bi insanmışım göya havası vererek ellerim cebimde bıyığımı bura bura bir taraftan poz veriyorum, bir taraftan mikrofona konuşuyorum.('Hani olur da belki gastede görüp aha lan çok yahuşuklu çocukmuş hemen arayıp bulalım.' diyen çıkar diye:)


  'Gelmeyin bana bunlarla!' dedim. 'Adam olun, Yöce Rabbim'in yaratıklarına işkence etmeyin' dedim. 'Anlamazlar dillerinden, üzerler onları.' dedim kendimce, dilimin döndüğünce ifade ettim nacizane et yiyen bir insan olarak. 

  Tabi avukat-hoca et yemeyen, hayvansal gıdalar tüketmeyen bir insan. Bu bakımdan oldukça tutarlı görüşleri var, belli noktalarda katılmasam da. Konu spekülasyona açık bir konu olunca haliyle sınıftan itiraz sesleri yükselmesi  kaçınılmaz oluyor. Hoca inekler için  'Onlar yürüyen döner mi, onların yaşama hakkı yok mu?' diyor. Sınıf: ' E ne yapalım hocam yemeyelim de taşa mı dönelim.' diyorlar. Nasreddin Hoca hesabı iki tarafta kendince haklı. Neyse ki kavga gürültü olmadan kapattık dersi, eğlenceliydi.


  Dikkat edilmesi gereken nokta sevgili Panter Emelseverler, hayvanları yiyelim yemesine ama işkence ederek değil.  Sevelim, koruyalım onları, sevgiyle yiyelim. Nenemin deyimiyle : 'Ağzı dili söylemez hayvan. Hakkını alır mahşerde.' Alma mazlumun ahını bıyıksever okur...Gerisini sen zaten biliyorsun.:)

23 Mayıs 2012 Çarşamba

kezban yenge

   İnsanın kezbanlık dönemlerinde hak ettiği şeyi istemesi ne kadar zordur. Örneğin bir aydır çalışıp didindiği maaşı ya da ekstra çalıştığı günler için mesaisi veyahut da yakın bir arkadaşına verdiği emanet paranın arkadaş tarafından üstüne yatılması...
Kendi paran olduğu halde isteyemezsin. Sen istemekten utanırsın,
 karşı taraf pişkinlik yapmaktan utanmaz.
  Kezbanlık zordur velhasıl, koruyun, kollayın nerde görürseniz.

19 Mayıs 2012 Cumartesi

dilen-me

  Sokakta gezerken, özellikle metrobüs merdivenlerinde elinde göstermelik bir çocuk  "Allah rızası için..." deyip insanların dînî-insanî duygularını istismar ederek yardım isteyen, ve daha genç ve taşı sıksa suyunu çıkaracak olmasına  rağmen dilenen kimseler var. Bu tür kimseleri bir türlü anlayamadım ben. Onurlarının zedelenmemesi nasıl mümkün oluyor, gece yatağa girdiklerinde ne düşünüyorlar acaba?  "Dilenciliğimiz sağolsun!" diyerek övünenlerinin olduğunu duyduğumda epeyce şaşırmıştım.   Dahası sırf insanların duygularını istismar etmek adına küçücük çocukları sokakta dilendirmeye, mendil satmaya iten insanları düşününce vicdanım sızlıyor.  Nasıl sızlamasın? Bişey almıyorum bu küçük çocuklardan ki bunları bu şekilde çalıştırmaya iten insanlar vazgeçsinler. Ne kadar işe yarıyor diye soracak olsa biri, en azından karınca misali safımı belli ediyorum.  Gerçek ihtiyaç sahiplerine de mani oluyorlar. Ve inanıyorum ki gerçek ihtiyaç sahipleri dilenemiyorlar. Onlar bunu gurur addediyorlar. 

  Yazları ailemin oturduğu ilçenin köylerinden gelen epey yaşlıca bir teyze vardı. Elinde veya kaftan denilen siyah uzun mantosunun arkasına doldurduğu çiçekleri satardı bu nur yüzlü teyze. Muhtemelen bahçesinde yetiştirdiği çiçeklerle, iki büklüm olmuş beliyle annemin ve diğer komşu kadınlarının kapılarını çalardı. Annemin bir bahçe dolusu çiçeği olmasına rağmen bu yaşlı kadının sattığı çiçeklerden alır, geri çevirmezdi onu. Denk geldim bir keresinde annem çiçeğini almak istememişti ama yine de para vermeye kalkışmıştı yaşlı diye. Hemen karşı çıktı: "Ben dilenci miyim kızım, almayacaksan istemem paranı!"  dedi. Annem de başka bir yolunu buldu bu kadına yardım etmenin. Geldiğinde çiçek alıyor, parasını veriyor ama para yanında çantasına zeytinyağı, sabun, zeytin gibi şeyler koyuyordu. "İstemem!" dediği zaman: "Ben zaten bunları zekat olarak dağıtacağım, ne olacak." diye ikna ediyordu.

  Nerde o eski anlayış, nerde şimdiki kafalar! Şimdi herkes kısa yoldan zengin olmanın peşinde. Emeğe değer veren de, emekle elde edilen şeyin tadını ve bereketini bilen de kalmadı.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

itiraf



  Tabeladaki "Bekçide kumanda yoktur!" yazısını 
"Belki de kumanda yoktur?" diye okuyan 
o iflah olmaz optimist benim gençler.
Şimdi dağılın!

9 Mayıs 2012 Çarşamba

hayal kırıklığı

  Etrafınızda kimi insanlar vardır siz onları seversiniz, görüşmek istersiniz sık sık; hatta yakın hissedersiniz kendinizi. Bu kimseler de sizi seviyor gibi görünebilirler.Bunu dil ucuyla olsa bile ifade de ederler. Ama gerçek öyle değildir. Aslında sizden hiç hoşlanmadıkları gibi belki de arkanızdan nefret söylemlerinde bile bulunuyor olabilirler. İşte bu ikiyüzlülüğün en kuyruklusudur ve gün gelip de bunu öğrendiğinizde yavaş yavaş insan sevginiz eski parlaklığını kaybeder.

8 Mayıs 2012 Salı

mim

  Sevgili  Ev ovlanı kardeş mimlemiş beni savolsun:P  Önce anladığım kadarıyla hemen kimlere ise paslıyormuşuz ödülleri:)  Bir önce Serhat diyeyim ben.Sonra Beyaz Ciklet 'e gelsin:) Sevgili doktorumuz 'da nasiplensin:) Uzun zamandır ortalıkta görünmeyen ve dönüşü ile şok etkilerle işi bıraktığını açıklayan sevgili Aslısın' da alsın ucundan kıyısından:)  Ayda bir, yılda iki yazı yazan Karakedi ' de eksik kalmasıııııın. Ve son olarak da bilmem takip ediyor mu beni daha fazla ama ortalıklarda görünmeyen Biko'ya gelsin:)))

Kendim hakkında 7 bilgi istenmiş amma velakin ben öyle ilginç bi adam mıyım ki yahu!

* Ben aslında çok yiyen ama bi türlü kilo alamayangiller familyası, zayıfus insanus sınıfına mensubum. Bu yüzden kız arkadaşlar beni acayip kıskansalar da aslında bu durum benim dezavantajımadır. Çünkü zayıf olduğumdan giderim yoktur pek. Ne demişler yemeğin salçalısı, erkeğin kalçalısı...:P

*Deve kinli bir adamım. Kolay kızmam ama kızdım mı mimledim demektir sizi kaçın canınızı seviyorsanız her hareketiniz batar, küfür gibi gelir sevgi sözleriniz:)))

*Alışveriş merkezlerini bi türlü sevemedim. Böyle orda sanki bi makine var bütün enerjimi absorbe ediyor, çekiyor sonra geride havası alınmış huysuz bir adet Kaytan Bıyık bırakıyor.

*Farkettim de(diğer bloggerların yazdıkları yazılardan sonra)  bi çok gay için kullanılan anlama yöntemlerinden pek az kısmısı benim için geçerli. Mesela yemek yapmayı, ev temizliğini vs vs gibi şeyleri yapmaktan hoşlanmam. Mecbur hissetmesem yapmam. Ama güzel yemek yaparım, genelde toplu düzenli bi insanım o ayrı. "...Mecburiyetten..."(MFÖ)

*Kışın elim ayağım hiç ısınmaz. Hatta öyle ki aldığım tüm önlemlere rağmen daha da çok üşümüşsem tırnaklarım morarır, bildiğin mor rengini alır yani. Görenler korkar "canın mı çekiliyor senin?" der, o derece:)

*Tip takıntım var aşamadığım. Beğenemiyorum kendimi bi türlü. Aynalı bir ortamdan acayip rahatsız oluyorum bu yüzden. Ey yumurtanın içindeki sarıdan civciv gibin sevimli bir hayvanı yaratan Gocu Rabbım! Sana havale ediyorum ben artık beni:)

*Güzel yazan bloggerları hep kıskandım, kıskanacağım.

  Tekrardan Sevgili Ev ovlanına burdan teşekkürlerimizi iletiyoruz:)) umarım herşey tamamdır:)