11 Mayıs 2014 Pazar

Hangimiz yaşamadı ki?


      Ararsa?
   Ararsa yokum.  Ben bir rüyayım artık. Arzu ile tekrar görülemem. Hafızasında yadigârım. Beni orada arasın. Arar mı?
   Arar mı?

   İşte aşk mücadelelerinin en büyük meselesi: Arar mı? Ben onun için neyim? İkimiz de bunu bilmiyoruz. Ayrılık-en müthiş test- bunu öğretecek bize.

   Samim Proust'un Albertine'den ilk ayrıldığı anları hatırladı.Orada muharrir, ayrılık psikolojisinin, hadiseden evvelki ve sonraki ruh halleri arasında önceden kestirilmesine imkan olmayan fark yüzünden kendi kendini nasıl uzaklarda bıraktığını izahtan başlar ve tahmin imkansızlığının, yaşamadıkça bilinmesi mümkün olmayan meçhul unsurların çokluğundan ileri geldiğini anlatırdı. Orada terkeden taraf Proust değil, Albertine'dir. Fakat terkedilen tarafta ayrılıktan evvel ayrılma arzularının şiddetli oluşu ve ayrılıktan sonra bunların tam zıddı arzuların-daha evvel varlığından hiç şüphe edilmeyen gizli kaynaklardan- fışkırışı... Samim'in bir ayrılma kararı vermeden evvel hesaba katması lazım gelen psikolojik istihalelere dikkatini çekiyordu.
   Kitabı aradı ve buldu. Şöyle başlıyordu:

   "Matmazel Albertine gitti!" Istırap psikolojide psikolojiden ne kadar daha ileri gider! Daha bir saniye evvel, kendimi tahlili ederken, sanıyordum ki birbirimizi görmeden ayrılmak tam arzu ettiğim bir şeydi ve Albertine'in bana verdiği zevklerin âdiliği ile beni gerçekleştirmekten alıkoyduğu zevklerin zenginliğini mukayese ederken kendimi ince bulmuş, bir daha onu görmek istemediğimi ve artık onu sevmediğimi sanmıştım. Fakat şu kelimeler:  "Matmazel Albertine gitti!"kalbimde uzun zaman dayanamayacağım bir ıstırap uyandırmıştı. Böylece anlamıştım ki, bir hiç sandığım şey, sadece benim bütün hayatım imiş. İnsan ne kadar kendini bilmiyor!" *
*Peyami SAFA-Yalnızız
Ötüken Yayınevi(252-253. syf)

4 Mayıs 2014 Pazar

Inaniel


     "Beni sevmiyorsun Inaniel, sevmeyeceksin de biliyorum. şimdi gideceğim ama kalbinde bana ait bir iz ve hayatın boyunca taşıyacağın bir vicdan azabı bırakıyorum sana." deyip gitmişti. Ona hoşçakal dediğim değil de bu sözleri asıl beni yaralamıştı. Sanki kal desem onu daha az ama bu sefer de kendimi daha fazla yaralayacaktım. Demedim. Sustum. İçime salınan bu fırtına konusunda haklı çıkacaktı galiba. Dediği gibi de oldu. Gözlerimde, bu yalancı hayata son bakışımda, onun yüzünden ve gidişinden ziyade, sözleri vardı. Ama gene de ben bildiğimden şaşmadım. Tüm bu inadımı annemden almış olmalıyım. Saçlarım da hiç şekil almazdı. Hepsi kafasına buyruktu. Ben de onları kısacık kestirirdim. Sert olanı keserlerdi. Bu sözler de beni kesmişti işte.

   Nasıl bir şarkısın sen, İnaniel! Nerden vurduğun belli değil. "Git!" der gibisin, belki de "Kal!" der gibi. Arkamı dönsem umurumda değil gibisin, önümü dönsem senden başkası yok gibi içimde. Yaz gibisin ama kışın titreyen el gibi be İnaniel! Öylesin işte! Bir varmış, bir yokmuş gibi. Bir sevmiş, bir sevmemişim gibi...