31 Mart 2012 Cumartesi

sosyal intihar


   Geçenlerde Cevahir'de birisinin intihar ettiğini duydum. Değineceğim şey vakadan ziyade işin bilinçaltı kısmı:

   Ölümü seçtiği mekan neden insanların genelde mutlu ve huzurlu oldukları, eğlenmek için geldikleri ve kalabalık olan bir mekandır? Ölümü istemenin yanında  asıl sebep diğer insanların mutluluklarını çekemiyor olmak ve onları şok ederek mutsuzluğuna yada ölümüne ortak etmek; en azından ölümünden onları sorumlu hissettirerek suçluluk duymalarını  mı sağlamak? "Ben gülmüyorum, siz de gülmeyin!" mi? Ne kadar bencilce!

  İnsanoğlu sosyal bir varlık. İntihar ederken dahi paylaşmak istiyor. Mutsuzluk da acı gibi paylaşıldıkça azalıyor. Bir başka yüreğe ihtiyaç duyuyor, ölürken bile.

Not: Resim Restless filminden bir kare. İzlemediyseniz değişik bir film tavsiye olunur.Ben de böyle bir resim çekip sonra facebookumda profil resmi yapmak istiyorum.:))

26 Mart 2012 Pazartesi

bi şarkı


Mevsimler değişir; güzden kışa kıştan yaza.
Saçına düşen aklara inat sen güzelleşirsin bir içim su...
Çocuk yüreğim kelebek kanadı kadar hassas,
Sense adamın birisin.

Mevsimler değişir; yazdan güze, güzden kışa.
Saçındaki karlara inat yüzünde derin çizgi bir gidim yol...
Genç yüreğim tavus kadar kibirli,
Sense adam gibisin.

Mevsimler değişir; kıştan bahara, bahardan yaza.
Saçındaki beyazlara inat sen sıcacık bir tutum el...
Yaşlı yüreğim yağmur kadar huzurlu,
Sense adamın dibisin.


24 Mart 2012 Cumartesi

uçtum gençler


  Hayatında ilk defa uçağa binen masum bir Egeli var bu yedi tepeli şehrin bilmem kaçıncı tepesinde yaşayan. Zaten yükseklik korkusu olduğunu bilmesine rağmen demedi bi an için nasıl binerim uçağa. Zira diyemezdi. Çünkü bu bir iş seyahatiydi ve "ya uçağın tekeri patlarsa, ya motorundan yağ sızdırırsa, ya efendim bilemedin kelaynak sürüsü motorun ebesiyle tanışma ve dahi yakınlaşma cesaretini gösterirse" düşüncelerine yer vermesi beklenemezdi. Ve öyle de oldu. "Veni, vidi, vici."  en büyük selamlar...

  Kalkış anında hızlandığında  sağdan güneş uçağın gölgesini sola düşürdüğünden ve ben de sol cam kenarında oturduğumdan saniye saniye uçağın tekerleklerinin kalktığını görünce yiğitliği boka sürmedim. "Hadi  Jo başarabilirsin. Bayılma yeter! Sonrası Allah Kerim." diyerek bir zamanların eşsiz fenomeni Lost'tan unutulmamış kareler eşliğinde kalkışı yaptık çok şükür. Bilmem kaç katlı kocaman kocaman binalar monopoly'deki emlaklar kadarcık kalınca  "İstanbul sen mi yamansın ben mi yamanım, binerim böyle işte tepene." diyerek gaza bile geldim. 

   Pamık  gibi  bulutların üstünden uçmak başta eğlenceliydi ama sonra sıkıcı gelmeye başladı. İçimden dedim ki: "Şu bulutlar bir açılsa da yeryüzü neye benziyormuş bi görsek!" Sanki biri duymuş gibi beni, hop bulutlar dağıldı ve caanım memleketimin bağrı yanık yüreği İç Anadolu bembeyaz karlarla kaplı karşımdaydı. Hani kar tanelerinin mikroskopla büyütülmüş resimleri vardır ya, yukardan bakılınca şehirler, kasabalar, memleketler yol kenarlarına dağılmış, o kar tanesi gibi görünüyor.  Göklere kadar uzatmış bir dağ vardı başını. " Bre hey gidinin seymeni!" dedim içimden. "Nasıl da heybetli duruyor!" Erciyes olsa gerekti. O yükseklikten bile yeterince büyük görünüyordu valla.

  Aynı masum Egeli vatanımın güzide yerlerinden olan Güneydoğu'ya ilk defa geçiyordu.  Boru mu?Değil, koca Entep şehri... Entep sıcaktır dediler. içine tükürdüğümünün şansı peşimi bırakmadı ve hava o kadar soğuktu ki burnumda sarkıtlar oluştu, kuru ayaz içimi yedi resmen:)Daşı torprağı benzemezmiş Ege'ye. Kızılca bir toprağı var. Ama belli ki bereketli. Tanıdık bir sima  gördüm orda bi de. Bizim Zeytin ağacı. Yetişirmiş oralarda da. Bol miktarda antep ağaçları var. Benimkisi de laf mı yahu Antep yani adı bile:) Bizim Ege'de, hatta bizim zeytin bahçemizde de vardır antep fıstığı ağacı ama burdaki gibi kıymetli değil, toplamıyoruz bile fıstığını, kurt kuş yiyor. İnsanları da bi değişik tabi. şivesi, konuşması çok farklı geliyor başta ama sıcak insanlar. Hatta taksici bi tur, şehri bile tanıttı yani yabancı olduğumu anlayınca ki anlamaması imkansızdı yani.:) Oraya kadar gidip de doğru düzgün gezemedim bile. Zeugma filan kaldı yani. Koca gün adliyedeki işimi halletmekle uğraştım. Akşama bi baklava yemeden gitmek olmaz deyip attım kendimi güzel bir yere. Harbiden de iyiydi baklavası. Ev arkadaşlarıma da aldım fıstık ve baklava. Mutlu oldu gariplerim.:)

  Masum Egeli eve döndü gecenin bilmem kaçında yorgun argın ama mutlu... Neymiş: "Tebdili mekanda ferahlık varmış." Gidilesi, görülesi, gezilesi diye yazdım deftere:)

10 Mart 2012 Cumartesi

öyle birşey işte

 Arasıra olur ya, dikkatli baktığınız bir kişinin bakışları aniden size dönüverir; işte öyle birşey...

7 Mart 2012 Çarşamba

denizleri aş da gel


  Dün akşam bi çocukla buluştum Romeo'dan. Zaten çoğu zaman sadece buluşuyorum. Çay içiyoruz, sonra onlar dönmüyorlar geriye. Alıştım sanırım bu duruma. E çünkü onların amacı seks oluyor, bense daha başta istemediğimi söylüyorum. Ya da beni beğenmiyorlar. Tamam öyle ahım şahım bi tipim yok ama yine idare ederim lan valla bak:P  Ama diyorum hani "Allam ya bi gram daha fazla bi çekicilik verseydin. Hani şu Cevahir'de filan gördüklerimden. Bi gram ya çok değil. Onlarınkinden bi gram eksiltsen ruhları bile duymaz hem. Ne dersin Allam?"

    Bi de millet olarak hep karakter önemli der dururuz. Yalanın kuyruklusu bu. Özellikle de gay camiasında. Yok efendim, tip herşey. Benim için de tip bir nebze önemli ama öyle ahım şahım kriterlerim yok. Hiç tipini beğenmediğim halde kişiliğini seversem birlikte olacağım insanlar olabilir. Sırf ç.künün doğrultusuna giden bi insan olmadığım için tip de bir nebze... Ki çok itici gelen bi insan bile olsa Yaradan kulu olduğu için hakkında yorum yapmam. Kimsenin elinde değil çünkü nasıl görüneceğini seçmek. Yorum yapan bi insan da kendini bilmezin biridir, çiğdir. Sonuçta düşündüğün zaman toprağın altı kendini vazgeçilmez sanan insanlarla dolu.

   Bir o kadar da sıkıldım ama bu durumdan. Gidecek başka bi yer olsa bi dakika bile durmayacağım ama keçinin olmadığı yerde koyun Abdurrahman Çelebi oluyor. Ah Ahmet ahhhh! Kurtar beni buralardan ne olur:)

5 Mart 2012 Pazartesi

yalnız


  Bunca insan yalnızken, söyle blog, sence neden bunca insan yalnız?

2 Mart 2012 Cuma

yaktı geçti

    "Nasılsın nene?" dedikten sonra telefondan gelen çatlak ve gribin dibine vurmuş sesine rağmen "İyiyim oğlum. Ama grip olmuşum kaç gündür onla boğuşuyorum." dedi. 

   " E bi doktora görünseydin ya annem seni götürürdü."

   "Kardan yollar kapandı, arabalar gitmiyor. Çok kar var burda.." dedi. Kısa hoşbeşten sonra "Var mı paran pulun, aç susuz kalma oralarda." dedi. Ben de: "Var var nene, arkadaştan biraz borç aldım onla idare ediyorum maaşımı alıncaya kadar." dedim. " Yoksa çekinme, zaten başka arayan mı var ay oğlum!" dedi. Sesi dalgalandı, benim de sol yanım...Zar zor " Var ya işte bi tane, yeter! Napacaksın!" diyebildim.

   Bir baba oğluna bir bağ bağışlamış da, oğlu bir salkım üzüm verememiş. Teyzemgil de bu tanıma oldukça uyuyor.  Ninemi hiç doğru düzgün aramazlar, hasta mı sari mi bilmezler ama para vereceğim dese ay akşamdan güneş gibi doğarlar, şıp diye de damlarlar. Diğer kuzenler de orjinallerinin aynısı. Onlar da hiç arayıp sormazlar. Halbuki ninem olduğu için değil, ninem candır, inci mercandır, bulunmaz hint kumaşı kadındır. Kimsenin iyiliğini koymaz yerde. Biliyor o da onların bu tavrını  o yüzden koklatmıyor. Ama bana gelince açıveriyor kesenin ağzını. Kocaman hükümet gibi kadının yelkenleri suya iniveriyor söz konusu ben olunca. 

   Ama çok dokundu bana işte o sesi. Yüreğim bi garip oldu, sızladı işte ne bileyim. Keşke mümkün olsaydı, elimden gelseydi de aramadıkları için üzülmemesini sağlayabilseydim. Onun da hakkı var üzülmekte. Sonuçta canından bir can var, ne kadar kendisini umursamasa da. Ama... Ama işte...