25 Temmuz 2013 Perşembe

biri biri

   O biiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiir fenomen. O biiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiir blogger aleminin Güzin ablası. O biiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiir asker yolcusu. O biiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiir pembe gönlüm sendecisi. O biiiiiiiiiiiiiiiiiiiiir bloggerların kalbini sinsice ve gizlice fethedip aynı sinsilikle platonik aşklar yaratan adamı. O biiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiir gözleri güzel, huyu güzel, herkesin canı çeken ama uzaklardan yalnız bir kovboy'u.

   Kimden bahsettiğimi hala anlamadıysan bi zahmet  "Gah kit!" Geçen az konuştuk bu zat-ı şahaneyle. Kendisiyle ne zamandır tanışıyor olmamıza rağmen pek bi cool pek sallamaz moddaydı. Ama telefonunu yazıp bırakmış. Anam ben bir şaş, bir kal gel böyle sapıttım. Artık askere gidecek diye böyle bir gönül alma moduna mı girdi, yoksa Ağrı/Patnos tek başına çekilmez, izinlerde arayabileceğim biri olsun diye mi düşündü bilemeyeceğim (nihohahah). Bundan kendisinin bile haberi yok.Ahanda ilk defa buraya yazıyorum :) Neyse kendisine daha henüz telden msj atıp telefonumu bile vermedim. ben öyle hafif meşrep biri miyim? Hiç de bile(YALANNNNNN! o cool görüntüsünün öcünü almaya çalışıyorum-yersen) Neyse ben gidip kendisine msj atayım bari. O da bu yazıyı görünce şaşadursun :) Tamam tamam giderayak söyleyeyim hala anlayamamışlar var ise: "O Gay, ben de" günün talihlisi:)

23 Temmuz 2013 Salı

bir insan, bir şarkı


   Yağmurlu bir günde Beşiktaş'ta görüşmüştük onunla ilk. Ellerim ıslak ve buz gibiydi. İnternetten o kadar yazışmış ve sonrasında resmini görünce "Ohaaaa laaannnn, çok iyi!" demiştim içimden. Kendimi henüz kabullendiğim zamanlarda karşıma çıkmıştı ya o yüzden direkt olarak bunu ona belli edememiştim. Cebimde üç kuruşluk kalan paramla hesabı ben ödemiş, ay sonuna nasıl varacağımı düşünürken hayvan gibi de kahvaltı yapmıştım. Güzel çocuktu. Üniversite okumak için İstanbul'a gelmiş, akrabasının yanında kalıyordu. Benimse son senemdi. Şehirdan ayrılmadan önceki son zamanlarımı beraber geçirmiştik. 

   Normalde pek ayrıntıları hatırlayan bir insan değilimdir. Ama o günü unutamıyorum. Soğuk bir kış gününde Fındıklı'da buluşmuştuk. Biraz sohbet edip sahilde gezdik. Arkadaşlarıyla buluşacaktı.Üniversitesinin köşesine gelince arkadaşlarını gördü. Vedalaşmak için hızla yanıma sokuldu. Boyu benden ufaktı, boynuma sarıldı. Boynumdan öpmek için ayakuçlarının üzerine yükseldi. Soğuk, ıslak bir öpücük kondurup, acele bir şekilde el sallayıp uzaklaştı. Aniden gelişip beni derinden etkileyen bu durum karşısında ne yapacağımı şaşırmış, adeta hazırlıksız yakalanmış ve anın şokuyla sudan çıkmış balıktan farksız bir hal almıştım. Görüşürüz, diyebildim. 

    Sonra mı? Ben okulu bitirip memlekete döndüm. O da yaz tatili için kendi memleketine. İnternetten bir kaç sefer yazışmış isek de gözden ırak gönülden hayli ırak oldu. Aramaz sormaz oldu, soğudu. Ve ayrıldık. Çok üzülmüştüm, şimdikinin aksine. Daha yeniydim bu işlerde. Üzülünce hiç bir şeyin değişmeyeceğini, gidenin gelmeyeceğini öğrenmem uzun sürmedi. 

   Karakter olarak birbirimizden oldukça farklıydık. Ayrılmamız belki benim ruh sağlığım açısından iyi oldu. Ama gene de seviyordum onu. Dedim ya güzel çocuktu. Çok güzel çocuktu hem de. Facebook'umdaki mesajlarını silemiyorum. Saklıyorum yaptığımız saçma muhabbetleri. Arada resmini açıp bakıyorum. Hala eskisi gibi çok güzel. Hatta daha da güzel. En son öğrendim ki yavşaklığından hiç bir şey kaybetmemiş olmakla birlikte birisine aşık olmuş. Çocuk da bunun ağzına sıçmış. Bir yanım psikopatça ohh olsun derken bir yanım aşık olduğu çocuğu kıskanmaktan asla geri durmadı. 

   Ne zaman yeni bir ilişkiyi bitirmiş olsam aklıma gelir. İçim burkulur. Keşke mümkün olsaydı derim. Keşke farklı olmasaydık, keşke o zamandan beri devam etseydi. Kaç yıllık olacaktı şimdiye. Ne yazık işte! Hayat gelip geçiyor! Gençlik geçip gidiyor. Güzel sevmek, insan da onmaz yaralar bırakıyor!

19 Temmuz 2013 Cuma

Malatya'da hippie olmak


   Bu topraklarda insanların toplaşması istenilmez nedense. Osmanlı'nın son dönemlerindeki iktidarlarda yerleşmiş taht gidecek korkusundan mıdır bilinmez, kalabalık varsa endişe vardır. Kalabalık çok kolay manipüle edilebilir bu düşünceye göre. Şimdi taht değil ama "Koltuğum gidecek" korkusu vardır.Herkes işinden evine, evinden işine gitmeli. Güzel bişey için bile olsa sokakta bir arada üç kişiden fazla durulmamalıdır. (Nitekim bu durum "duran adam" protestosunda da onaylanmış oldu.) 

   Hakkı çiğnense de yarın Huzur-u mahşere bırakmalıdır kişiler. Devlet babadır, ne yapsa yeridir, baba döverse de burnunuzun sümüğünü çeker, pusarsınız bir köşeye. Öyle şikayet neyim edilmez. Bi de Frenk gâvuruna hiç gidilmez. 

  Bir de üç kuruş etmez adamın üzerine cakalı bir elbise, omuzlarına bir iki yıldız, eline de fiyakalı bir telsiz verirseniz, bu görüntülerin aksini bekleyemezsiniz. Suç bizde gençler! Ne işi var bu ajan mıdır ne idüğü belirsiz heriflerin teeeee Malatya'da? Bi de dinliyorsunuz, ilgi gösterdiğimiz için dağılıp gitmiyorlar bak! Leş gibi de kokuyorlar, saçları da bitlenmiştir bunların. Dağılın Hülen!

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Kadirye


  Bu isimdeki kızların hepsi mi böyle olurdu?
  Nar tanesi gibi yanaklar, pempe pembe... Çekik gözlerinin içinde bir ateş, kaf dağından gelmiş gibi yanar da yanar. İyi anlaşırdık. Hatta köye gittiğimizde onların evinden çıkmazdık. Evi o kadar dağıtır ve o kadar gürültü yapardık ki gerçek anlamda ahşap döşemeli evin kasnaklarının, ayaklarımızın altında esnediğini hissederdik. Annesi de bize hiçbir şey demezdi. Babası yani dayım gelince az biraz çekinirdik, oturaklaşırdık.

  Kuzenim oluyordu zaten. Ama anlam veremediğim bir farklılık sezinliyordum onda. Geniş hayal dünyama rağmen, ayak basılan dünyanın acımasız gerçeklerini göremiyordum.

   Aramızdaki en ufak diğer kuzen daha dört beş yaşlarında bile yoktu. Ona sorarlardı Kadriye'yi ne yaptınız, diye. Dereden aşağıya attıklarını söyler, teatral bir biçimde Kadriye'nin yuvarlanışının taklidini yapardı. Sonra annesinin nasıl ağladığını gösterirdi. Çocukça bu gösteriden kendisi birşey anlamasa da aynı saflıkla bir şeyler döndüğünün o da farkındaydı. Bize anlatılmadı, anlatılmazdı da bu tür şeyler zaten çocuklara. Çünkü bu toplumumuzda şuyu vuku'undan beter denilen cinstendi. Çok sonraları yaşımız gelişip de etrafı sorgulamaya başladığımızda yarım ağızla anlatılan yıllar öncesindeki olaylara vakıf olabildik. Çoğunu da kendi hayal gücümüzle doldurarak...

  Kadriye, ki biz ona Kadirye diyorduk, benden bir yaş büyüktü. Derenin kenarında, ulu ceviz ağacının gölgesindeki köyün eski zamanlarından kalma kocaman değirmen taşının yanında evleri vardı. Halamın ikinci kızı olmasına rağmen biz onu dayımın kızı olarak bildik, öyle tanıdık yani. Dayımın hiç çocuğu olmayınca evlatlık olarak verilmişti. Ama kendisinin bile oldukça hayatiyet arzeden bu konudan haberi yoktu. Olsaydı ne değişirdi bilemem ama en azından kökeni hakkında herkesin bilgili olmaya hakkı vardır diye düşünürüm. Hem yıllar sonra gerçekler ortaya bir şekilde çıkınca kıyametler kopuyor, yaşanılan hayal kırıklıkları, yeni baştan stresli-çalkantılı dönemler kırla gidiyor. Öyle de oldu.

   Halamın kızı olmasına rağmen Kadirye öz annesini bilmediği ve sadece akrabalık ilişkisi olduğunu sandığı için, son dönemde sık halamgile gitmesi, evlatlık verildiği dayımın ailesinde tedirginliğe neden oldu. Halamın belki bir kaç hareketinin de bunda payı olabilir, bilemiyorum. Dayımlar da bu durum karşısında pek göndermemişler Kadirye'yi ya da ayağını kesmişler biraz. 

   Bir bayram günü olsa gerek. Bütün aile efradının toplandığı esnada dayımlar ve Kadirye arkadan geldiler. O ahşap merdivenlerden çıkınca salonda oturan halam dayanamadı. Kadıncağızın yüreğine bir ağırlık çöktü ve küt diye fenalaşıp bayıldı. Anne yüreği kaldırmadı belli ki hasreti. Olay o olaymış. Kadirye durumu öğrendi, bütün köy çalkalandı, babaannemgilde dediler kodular birbirine karıştı. Ondan sonra da en sevdiğim kuzenlerimden olan Kadirye ne doğru düzgün bizle buluştu, ne de halama, yani öz-annesine gitti. Oyunlarımız yarım kaldı. 

   Dayımlar, evlendirirken dahi halamların en azından önünden geçmediler, bi fikirlerini sormadılar. Ne onlar olaydan sonra fikir aldılar, ne biz eskisi gibi Kadirye'yle iki lafın belini kırdık. Eski günlerin anısına bir tebessüm edip kafamızı önümüze eğdik. Araya soğukluk girdi mi bir kez fayda etmiyor ondan sonra. 

    Şimdi Kadirye asker bir beyle evlendi ve çoluk çocuğa karışarak Anadolu'nun her bir yerini karış karış geziyor. Geçenlerde tesadüfen çocuğunun ve kendisinin fotoğraflarını gördüm, hala aynı yanaklara sahip olmasa da aynı ateşli gözlere sahip; yangın yeri gibi. 

 Dayımlar bu olaydan ve daha başka olaylardan sonra sülalesi ile olan bağlarını neredeyse kopardılar. Asıl sebep bu muydu yoksa maddi konular idi de bu onların bahanesi mi oldu bilemeyeceğim. Ama insanlar arasında birisi dayıma kızdığı zaman ilk yapılan dedikodu, dölsüz(!) olduğu sözleriydi. Elin dölüne miras kazanıyordu. Her ne kadar yaşanan bu olaylardan dolayı dayıma kızsam da bunları hak ettiğini düşünmüyorum. İnsanlar ne kadar acımasız. Tamamen İlahi Kudret'in hakim olduğu bir konuda nasıl da peşin hüküm koyabiliyorlar. 

   Son olarak tam bu olayı yazmaya çalışırken facebookta sonu şöyle biten bir hikaye okudum ve bu kadar tesadüfe de pes dedim:

    "Evlatlık ne demek?" 

      Küçük kızım şöyle yanıt verdi. 


     "Annenin karnında değil, yüreğinde büyümektir."

14 Temmuz 2013 Pazar

neresi kaldıysa...

   Fark ettim de sevemiyorum lan ben artık. Neden bilmiyorum ama bir kayıtsızlık halindeyim. Yok efendim kılıydı, yok efendim tüyüydü, yok burnu güzel değildi, yok çükü büyüktü... devam edip gidiyor bu sevmeme bahanelerim. Güvenmeyi zaten geçtim. Karşı taraf beni sevdiğine dair bişey dediğinde ben aynen şöyle oluyorum:

   Iyyyyyğğğğ... En sevmediğim, yapmacık yüz ifadesi. Samimiyetten yoksun, s.klemiyorum seni ama he canım he, der gibi. Nasıl oldu da böyle bişeye dönüştüm bilmiyorum. Memnun musun len şimdi yukardaki? Ama oldu pişman değilim. Öğreneceğim bi çok şey olmasına rağmen , öğrendim sanırım hayatın ve ilişkilerin en sonunda orta parmağını görmeyi. Bu da beni şartsız bir kayıtsızlığa götürdü. Eleştirdiğim tüm o şeyleri yaptım. Ve işin garibi yapmaya da devam ediyorum. Hayat sen nasıl bi kazıkçısın yavrım? Önce vuruysun sonra ağlama diysun? Ne ayaksın oğlum sen he, diyesim var. O değil, ağzım bozuldu. Küfür bilmeyen adamdım. Şimdi habire gördüğüm şeyler karşısında basıyorum Allah ne verdi-vermediyse. 

   Arada bir içim acımıyor değil. Ama geçiyor sonra, çok uzun sürmüyor. Psikolojide  abidik gubidik isimler veriyorlar ya buna; heh benimkine de savunma mekanizması mı ne diyorlarmış. Desinler değişemem, desinler değişemem. Neresi kaldıysa içimde insan kalan, artık orası acımıyor işte. Donuklaştı, hissizleşti. Zaten önceden beridir seviyor olduğum insanlar bu durumdan müstesnadır. 

11 Temmuz 2013 Perşembe

bir iyi bir kötü

     Deniz gören lojmandan çıkıp yeni ev aldım gençler. Şu yukarıdaki de evimin resmi. Tabi yersen :) Bunun kadar iyi olmasa da sevimli, güzel, yeni bir ev. 8 yıl ödeyeceğim artık, nasıl bitecek bakalım. Lojman tamam deniz manzaralıydı ama kötüydü ya. Zemin kattaydı ve pencereleri açmaya korkuyordum, tam da çingene mahallesinin dibindeydi çünkü:( Ayrıca su sızdıran bir yeri vardı mutfakta böcek yapıyordu bu yüzden, rutubet vardı.

   İkinci hafta oldu buraya taşındığımdan beri. İşime yürüyerek gidip geliyorum. Çarşının bi kaç dakika ötesindeyim. Yavaş yavaş çevre de edindim. İki tane arkadaşım oldu bile çoktan.  

     Yalnız köpeğim Limon'u vermek zorunda kaldım. Çok üzüldüm. Hâlâ daha fotoğraflarına bakamıyorum. Nalet olsun bu büyüklerin üzerimizdeki baskısına. Nenem istemedi evin içinde. Nenemi çok sevdiğim için de kıramadım onu. Hoş Limon için bu durum daha iyi oldu. Burda kolejin birisi hayvan çiftliği yapmış. Tanıdık, orda idare müdürü ve kendisinin de bir köpeği var. Yani hayvan sevgisi nedir, kendi köpeklerine nasıl bakar, sever ilgilenirler biliyorum. O yüzden çok iyi bir yer oldu. Klübesi var tasmasız ve dar bir alanda değil, başka hayvanlarla beraber, arkadaşları da var yani. Bahçıvanı da var. Hem tanıdık, ne zaman istersem görebileceğimi söyledi. Özledim şimdiden çok. O da beni özlemiş midir, yoksa oyuna mı dalmıştır bilmiyorum. 

   Bi de şu sıra işle ilgili sıkıntılar var. İlçeye geçici görevle gidebilirmişim. Ama ilçe de ta ebesinin şeyinde. Hergün nasıl giderim onu da bilmiyorum. Nalet girsin sana Malmüdürü. Adın üzerinde malın müdürüsün!!!  İnşallah bir an önce (hiç umudum yok ya) bir avukat atanır da ilçeye gitmekten kurtulurum.

   Sistem denilen şey var ya, hah o işte çok büyük bişeymiş. Ve sen ona müdahale edemiyormuşsun. Çarka çomak sokmaya çalıştığın anda parmaklarını kırıp atıyormuş. İstesen de onu es geçemiyormuşsun. Öyle de aklıma bi tespit esti işte, söylemek istedim.