30 Eylül 2013 Pazartesi

kışa doğru


   Geçen senenin sonbahar aylarında nenemin kışlık yakacağı için tarlasının kenarındaki tarladaki ürünlere gölge yapan çınarları keseceğiz. Hem böylece tarlaya gölge olmayacak ve verimi engellemeyecek hem de nenemin kışlık odun ihtiyacını karşılayacaklar. Zaten üç beş seneye kalmadan orman kendini yenilediğinden yine orda fidanlar boy atacak, yine büyüyecek.

   Köyde normalde yakacak olarak meşe keserler. Meşe ağacı çok iyi kalori sağlar, yandıktan sonrasında koru çok olur hemen küllenmez, kesmesi de en kolay ağaçlardan biridir. Baltayı diklemesine vurdunuz mu cart diye ayrılıverir.

   İşlem sırasıyla şöyledir kış için yakılacak odunda: Tarlada kesilecek ağaçlar belirlenir, kart/yaşlı olmalarına özen gösterilir. Çünkü ulu ağaçlardan daha çok yakacak odun çıkar ve kartlar kendiliğinden yıkılacak olursa sağa sola zarar verebilir. Hem de gençlerin daha yaşayacak ömürleri vardır, taze fidan kesilmez :) Kartlar makinelerle kesilip taşınabilir boyutlarda traktöre yüklendikten sonra evin önüne getirilir. Son aşamda, balta ile sobaya kesilecek boyuta ufaklanır.

   Çınar dedim ya; neden hani böyle çok sağlam, ayağı yere basan kimseler için kullanılırmış öğrendim. Sebebi içinde gizliymiş aslında ağacın. Ağaç büyürken sarmal şeklinde büyüyormuş. Burgu halinde büyüdüğü için de çürümesi, içine su alması vs gerçekten çok zor oluyormuş. Hatta odun kesme motorunu bile çok zorluyor. Eğer güçlü bir odun motorunuz yoksa tıkanıp kalabilir.

   Odunlar tarladan evin önüne geldi. Nenemin mahallesinde Ercan diye bir çocuk var. Nasıl kuvvetli, iri yarı elleri var. Hiç spor salonuna gitmeden çocuktaki fizik Arnıld Şıvayzınager'e taş çıkartır. Ben ise çelimsiz güçsüz kuvvetsiz nanemolla olduğumdan sadece odunları yerine yerleştirmekle görevliyim ki bu da hiç kolay bi iş değildir özünde(adam olun bunu da küçümsemeyin yani :P) Onu baltayla sobaya girecek büyüklüğe getirmesi için işçi olarak tuttuk. Çocuk nasıl vuruyor baltayı benim gözlerim yerinden fırladı. Ama odun resmen geri geri tepiyor vurdukça ufacık çentik açılıyor sadece. 

   Hafif de eserikli bir çocuk. Azıcık böyle övülmesini de sever. Hoş kim sevmez de... Nenem arada bir yüksek sesle:   "Dere(kendi eşinden, dedemden bahsediyor, lakabı böyleydi) dayın olsa: ' Huuuurrr(vur) Ercan, buban(babanın) başı yok altında huuuuuurrr!'  derdi. Ah ben bi genç olaydım, hiç sana bile bırakmazdım aaa, ahh işte gençlik gitti elden. Bacakladan bişicikle olmuyo gari! İçim gidiyor amma elden gelen yok."  dedi. 

   Ercan bunları duyunca daha bir hevese gelip daha hızlı vuruyor ama nafile. Büyük çoğunluğunu kesmeyi başarmakla birlikte bir kısmı o kadar inatçı çıkıyor ki ağaçların, artık onları bi kez daha yevmiye vererek odun motoruna kestirmek düşüyor. Yoksa mümkün değil balta, top seker gibi sekiyor geri geri odundan.

   Düşündüm, zaman adamı eskitiyor be! Sicim gibi kadındı nenem; tüfek atmışlığı mı yoktu, saban sürmüşlüğü mü, öküz devirip kesmişliği mi! Ama işte zaman çok acımasız, ince ince işliyor. Adamın farkına bile varmasına fırsat vermeden usul usul eritip gidiyor. İnsan farkına varınca da işte böyle esefleniyor.

25 Eylül 2013 Çarşamba

kalp


Kalp bir yumruk büyüklüğünde; 
ama içine koskoca bir dünyayı sığdıramıyoruz... 
Türlü sevdalar, 
hiç bitmez sanılan hasretler, 
bir türlü kavuşmayan yollar, 
o gelecek diye içinde uçuşan  kelebekler,
 gidiverecek sancısı,
 aile sevgisi, iş kaygısı, ölüm korkusu, 
diğer insanların şirretliği,...
Bu durum sizi de biraz şaşırtmıyor mu? 

15 Eylül 2013 Pazar

diyaloglar diyaloglar...

Ben(B): Anne ben bulaşık makinesi alacağım?
Ailem(A):Evlenince en iyisini alırsın oğlum.

B: Anne televizyonum 37 ekran. Diyorum ki şöyle bir TV seti alayım, LCD 
     ses sitemi filan...?
A: Ne gerek var oğlum el kızı gelince zaten beğenmez. Yenisi alınır, fuzuli 
     masraf yapma hiç.

A: Kışın burda(salonda) yat, öteki odaların peteklerini kapat, boşuna fazla 
     gelmesin doğalgaz.
B: E, yatağım var orda benim, çekyat üzerinde mi yatacağım?
A: O zaman orda, yatak odanda durursun. Nasıl olsa tek yaşıyorsun???
B: Olsun yatacak yer ayrı oturulacak yer ayrı.
A: İlerde aile olunca bütün odaları yakarsınız oğlum, ne gerek var şimdi.

B: Anne verdiğin yemek tabakları hep parça parça. Yabancı biri gelince önüne
    koymaya çekiniyorum. İçinden çatlak olanlar bile çıkıyor. Diyorum ki        
    şöyle  bir yemek takımı alayım?
A: Bekar adamın evine kim gelecek oğlum? Ne gerek var şimdi ona? Nasıl      
     olsa gelin beğenmez onları.

B: Anne ben yurtdışına gideceğim?
A: Ne işin var oğlum! Evlenince gidersin.
B: Anne, o zaman zor, çoluk çocuk...?
A: Gidersin gidersin. En iyisine gidersin.
B: Anne ben zaten evlenmeyeceğim.
A: ...???

     Yok ebesinin a.ı!!! Sanki biz bi hayat sürmüyoruz. Bu nasıl bi mantıktır yahu? Ailem nezdinde müstakbel gelin kadar kıymetim yok. E ben gideyim size gelininizle mutluluklar o zaman, diyesim geliyor. İnsanın önce kendisine saygısı olur. Hayatta yaptığımız herşeyi gelin gelecek diye mi yapıyoruz? Çüş, Oha, Yuh yani! Ailelerin bu mantığına ben...

14 Eylül 2013 Cumartesi

kapı



Bilmem sizde de olur muydu? Ama bizim evin kapılarını herkes açamazdı. Kapıların türlü türlü huyu vardı, belli şekilde çekersin, belli şekilde anahtarı çevirirsin. Muhteşem kombinasyonu yakalayamazsan açılmaz zorlar durursun. Eşyanın huylusu güzeldir. Salıvermez kendini.

6 Eylül 2013 Cuma

bu böyle yarım kalmayacak


  Seni çok özlediğim doğru. Evdeki köşene yastıkları dizdim hep orda oturuyorum. Koydum fincana çayımı, geçtim karşına senle konuşuyorum. Konuşmuyorum daha çok sohbet ediyoruz. 
İşte Eylül gelmiş ya üşümeye başlamış ellerin.  Nagihan Teyze de çıkmıyor artık dışarı havalar serin diye. Kahkahasını duyunca aklıma sen gelirdin. Kendi kendime gülerdim. 
Sonra bir ses geliyor kulağıma cızırtılı: