31 Temmuz 2012 Salı

gene sen, yine sen, hep sen


Sıcak bir yaz gecesi. 
Ağustos böceklerinin seyrek ve düzenli çığlıkları. 
Şarkısında sen, en sıcak havasında sen.

Dolunay gökte, yakamoz vurmuş en dibe. 
Denizde sen, kumunda sen.

Gül, damla  sakızlı, çikolata soslu dondurma. 
Aromasında sen, sosunda sen.

Sağda solda kalın gövdeli, asırlık meşe ağaçları. 
Meydanda bir pegasus. 
Yaprağında sen, kanadında sen.

Sahilde kızıl bir kaya,tuz kokulu. 
Üstünde en zarifinden bir deniz kızı. 
Tuzunda sen, kuyruğunda sen.

En kralından bir gezi.
 Aklımda sen, kalbimde sen, yüreğimde sen.

26 Temmuz 2012 Perşembe

öküzleştiremediklerimizden misiniz?

   Büyüyen ama gelişemeyen şehirlerde insan ilişkileri  maalesef yerlerde sürünüyor. Aylarca, yıllarca bir apartmanda oturabilir ama bir selam dahi alamayabilirsiniz komşularınızdan. Hatta öyle ki basından duyuyoruz komşuların içerden gelen kokuya istinaden kapı çaldıklarını. Bu insanların bireyselleşmesinden  kaynaklanıyor deyince ne kadar sevimli geliyor kulağa değil mi? Benim kanaatimce ise  insanların öküzleşmesinden... Cem Yılmaz diyor ya " İçimizde, içimizde..." diye, insanın içinden gelmeli bazı şeyler. Sonradan dayatmayla, öğrenmeyle olmuyor.  Hakkını yememek lazım bir de birbirimize güvenememek var. Ben işin daha çok öküzlük kısmına dair bir durumu anlatacağım:


  Dudu diye bir kadın var dedemlerin komşusu. Dedem aşırı astım hastası olduğundan genelde çalışamaz ve dışarılarda vakit geçirirdi. Köy yeri olduğundan gelen geçen, dedeme durup iki çift laf eden çok bulunurdu.  Bu Dudu denilen kadının bir oğlu ile bir eşeği varmış. Oğlu kalas'ın biri. Evleri dedemgilin evinin arkasında olduğundan ordan geçerken dümdüz yürür gidermiş. Eşekse ne zaman dedemlerin ordan geçse anırmaya başlarmış.


  -Dudu, demiş dedem; senin bu eşek oğlandan daha hayırlı. Hiç olmazsa bizi gördü mü o ses veriyor.

24 Temmuz 2012 Salı

bir sahaf gezintisi



  Galatasaray Lisesi'nin tam karşısında Aslıhan Pasajı vardır. Bilenler bilir, sahaf doludur, ikinci el kitap satarlar. 


   Nedendir bilmem, kitap satan yerlerde hep bir ağırbaşlılık hakimdir.Alçak gönüllüdür buraların sakinleri. Bir plak çalar derinden: "...Bana yalan söylediler..." Hemen ardından sanki kırk yıldır birbirini görmeyen iki dost muhabbeti: "Bunu aslında Semiramis Pekkan daha güzel söylemişti..." "Evet, evet son zamanlarda filmler sayesinde epeyce meşhur oldu.Aradığımız kitap ondan sonra sorulur ve olumsuz cevap alınıp eli boş ayrılınır. 


   Burcu burcu, bazen de bakımsızlıktan küf kokan kitaplar... Ben her ikisinin kokusunu da severim. Sayfaları  hızlıca bir kaydırdıktan sonra bir yerinde durup koklamadan olmaz. Derin bir nefes : mmmmhhhh... Bir de kapağı kaldırdıktan sonrasında gözler bir isim, belki bir tarih, bir imza arar. Eğer bir eski zamansa kendi yaşınla kıyaslamaya gidilir: "Ohaaa nan çok eski bu. Ben daha o zamanlar portakalda vitamin... 


   Ben pek pasaja yolum düşmedi, uğramamıştım. Eski ev arkadaşım önceden bahsetmişti, hemşehrisi Sıtkı Amca'dan. Sıtkı Amca'nın bir dükkanı var, sahaf  yani. Ama artık nesli tükenmiş sahaflardan. Öyle sadece üniversite kitapları ile sadece popüler yayınlardan haberi olan türden değil. Bir şiir antolojisini açıp içerisindeki bir şiiri yorumlayabilecek kadar zevk sahibi. Bir şair ile aynı zaman dilimini ve bazı anıları paylaşmış olmak kadar şanslı. Hemen hemen dükkanındaki her kitap hakkında bir fikir sahibi. 


   Çukurova taraflarından bu şerbetli Sıtkı Amca. O bölgenin insanını da çok iyi tanıyor. Yıllarca Anadolu'nun en siktiri boktan köşelerinde öğretmenlik yapmış. Tecrübe mi? Paçasından akıyor. Laf mı? Leblebi gibi dökülüyor ağzından. Amma konuşturmak için sıradan bir müşteri gibi girmekten fazlasını yapmak gerek: DÜRTMEK! Evet evet, konuşmak için usulca bir dürtmek gerekiyor. Sonrasında zaten gelsin buğulu çay. 


   -Geçenlerde İnce Memed'i okudum, ilk cildini. Çok beğendim. Yöre insanını ruh dünyasını, dilini, ovasını, suyunu, çakır dikenine varasıya, her şeyini güzel yansıtmış, dedim. Dürtmek için yetti de arttı bile. Sonrası uzun, koyu bir sohbet... Şu anlattığı hikayeye ise gülmekten kırıldık: 


  "Kadının birisinin kocası ölür. Ama adam sağlığında yoz, işe yapmaz adamın biridir.Çukurova bölgesinde uzun hava, ağıt yakma kültürü gelişmiştir. Kadın ölen kocasının başında ağıt yakarken, gençliğinden, gelinliğinden, güya kocasının ne kadar çalışkan, akıllı olduğundan bahsetmektedir. Buna dayanamayan komşulardan birisi patlar ve ağzından şu dizeler dökülmüştür: 

'Gelinliğin mi galmış kele, 
 Pürçüne düşmüş ala*, 
 Meteliği metelikten ayıramaz, 
 Büzzüğüme gurban ola.' 

  *Pürçüne düşmüş ala: Kıçının kılları ağarmış demek istemiş burda sözer(sözü söyleyen kimse; yazı yazınca yazar oluyor da sözü söyleyen neden sözer olmasın:), sonradan öğrendik:)

14 Temmuz 2012 Cumartesi

yavşak kimdir?:)


Bu tür, karizmalarının farkında olan ve bunu en ibnece yöntemlerle gözüne gözüne sokan tiplerden ne kadar yakışıklı olurlarsa olsunlar nefret ediyorum lan. “Seni de Allah yarattı, beni de Allah yarattı, sana gülen kör talih, beni neden hep ağlattı” deyip arabeske bağlayasım geliyor:P( şarkı ferdi babaya aittir:))

12 Temmuz 2012 Perşembe

kedi canını senin

   Bir önceki yazıda atandığımdan bahsetmiştim. Son ufak sorunu konuştum Ankara ile. Ordakiler: "Sorun olmaz.  Barodan ruhsat başvurusunda bulunduğuna dair yazı getirirsin, daha sonra da ruhsatını gönderirsin bize." dediler. İçim bir rahatladı, bir ferahladı, anlatamam. O yüzden şimdiden böyle bir yerleşme planları yapmaya başladım. Hemen kiralık evlere baktım. İnsan İstanbul'da yaşamaya alışınca geri kalan her yerdeki fiyatlar ucuzlaşıyor. Kiralar gayet uygun. Deniz manzaralı, 3+1, 150 metrekare evler 500 civarında olunca hemen kiralasam moduna giriyorsun  ama ne yapacağım tek başıma o kadar büyük evi diye düşündüm sonra. İçinde at koşturacak halim yok sonuçta.


  Geçenlerde sevdiğiniz, tanıdığınız, melek kalpli Umayın, ben ona Huluti diyeceğim, kedi yavrusu buldu üç tane; İran kedisi. "İster misin?" diye bana sordu. Tüyleri uzun ve bakışları çok pis olduğu için istemedim açıkçası.:)  Ben normalde hayvanları seven animalist bir insanım ki kendileri de beni çok severler. (Daha önceden peşime oğlak takıldığından bahsetmiştim.( önceki blogumda.)) Gerek tüylerini her yana dökmesi gerekse evin içinde ağır bir koku bırakması nedeniyle önyargıyla yaklaşıyorum bir kediye. Ama şu yukardaki gibi bir hayvana hayır diyemeyeceğim. Ne yapsam acaba, böyle bir kedi beslesem, korktuğum başıma gelir mi ki? Hay kedi canını senin demek istiyorum. İnsan bu kadar sevimli olmaz ki arkadaş!

7 Temmuz 2012 Cumartesi

oleeeeeeeeeeyyyyyyyy süper haber

 Dün 2010 KPSS'nin son tercihlerinin açıklanmasıyla her şey bir anda değişti. Hiç beklemezken ya da daha uzak yerler beklerken atandım. Hem de çok güzel bir yere. Artık Hazine avukatıyım:))))  Tam istediğim gibi İstanbul'a ve memleketime uzak olmayan ama çok kalabalık da olmayan bir yer oldu. Çok zor zamanlar bekliyordu şu sıralar beni ve kara kara ne yapacağımı düşünüyordum bu olmasaydı ama sanırım kul sıkışmayınca Hızır da yetişmiyor. 


  Aklıma takılan tek sıkıntı ise, her ne kadar ben tercih yapmış olsam da tercihlerde Avukatlık ruhsatına sahip olma şartı aranıyordu. Ama ben ruhsat için çarşamba günü başvurdum ve gelmesi yaklaşık bir ayı buluyor. Şimdi başvuruyu yaparken: "İllaki biz sizden bu belgelerin tamamını isteriz. Şartları sağlamıyorsunuz." derlerse  bütün hayallerim suya düşecek. Dahası ailem de çok sevindi, bütün köydeki yakınlara da haber verdiler. Büyük bir yıkım olacak yani. Umarım önce Sevindiren Rabbim arkasından büyük bir hayal kırıklığı yaşatmaz. 

6 Temmuz 2012 Cuma

Tumblr

 Artık benim de bir tumblr'ım var. Bir zamandır takip ediyordum bi kaç kişi zaten. Neyim eksik benim dedim ve daldım bodoslama. İşte buyrun adresi:
http://delikaytanbiyik.tumblr.com/

4 Temmuz 2012 Çarşamba

ooohh buz gibi, sıcakta iyi gider

   Pek sevgili Çay Belediye Başkanı özel kandil mesajın için çok teşekkür ederim. Ama neden ben? Bi kere Çay'ın nerde olduğunu dahi bilmem. Tahmin etmeye çalışsam acaba bizim Seylan ellerinde filan mı diye düşünürüm yani o derece.  Hayır Vodem hattıma gönderiyorsun  bir de sonuna neden cep telefonunu ekliyorsun? Bi şey mi ima etmeye çalışıyorsun anlamadım ki? Hani "Gel bi çayımı iç, işin düşerse arada bir uğra, iki lafın belini kıralım." mı yani nedir?

  Farkındayım ki kamuoyunun akıllarında epeyce bir soru işareti kalmış. Kaytan bıyıklı bir şahşı münhasır olduğum yönünde dedikodular çıkmış. Bıyığım olmadığını duyanlar hayal kırıklığı yaşamış. Ey blogger ahalisi şu an açıklıyorum ki ben kaytan bıyığı olmayan, hatta hiç bıyığı olmayan, 25 yaş civarlarında döşü kıllı(pardon iş başka yere gitti) hayatın ordan oraya savurduğu, aşırı normalliğinin altında anormal bir adamım yani. Bu mudur? Budur.Boru mu bu?

  Şu bloggerın kelime doğrulamasını acilen kaldrıması lazım ya da bloggerlar olarak diğerlerini elele verip acilen uyarmamız lazım. Acaba  "Blog dünyasına yeni adım atanlara beş derste blogger kelime doğrulamasını kaldırma dersleri verme derneği" diye bir dernek mi kursam? Çok gıcık oluyorum şu uygulamaya. Yarım saat gözlerim birbirine girerek yazıyorum, sonra ne göreyim: "Hata ettiniz bunu yazmakla, yorum yazmaktan vazgeçin." der gibi s.kindirik bir yazı. Okkalı bir küfür okuyorum içimden hatta bazen dışımdan da(yalnız isem... Malum Kaytan bıyık çizgimden ödün vermemem lazım).

  Siz siz olun kotanızı aşmayın. Yoksa fena giydiriyor Vodafone. Sözde aştıktan sonra 10 dakikası 50 krş ama gerçekte hiç de öyle değil. Ne yapacağım ben 70 liralık faturayı bilmiyorum. Pazarcı şemsiyesi gibi ikinci girişi bu. Ohhh yeee beybi:)

 

2 Temmuz 2012 Pazartesi

pisiklet

  Bütün blogger ahalisi buluşup onur yürüyüşüne katıldığı sıralarda ben üniversiteden arkadaşlarla buluşup adalara gittim efenim. Blogger'lar çok ısrar ettiler gel diye(yersen:)) ama ben sevmiyorum öyle yürüyüş, bilmem ne.(Yaşlılık belirtisi bunlar diyen içsesime bi s.ktiri borç bilirim.) İçimde gizli bir muhalif kişilik yatıyor olsa da ortaya çıkacağı zaman korkup kaçıyor.


  Biz "kürk mantolu Külkedileri" olarak tıklım tıkış olan şehir hatları ile değil, 2 tele daha fazla vererek İDO ile gittik. Hem rahat, hem oturarak, hem hızlı... Ama ada kalabalık pazar günleri hiç çekilesi değilmiş. Şu İstanbullu milletini bir türlü sevemedim zaten. Nereye gitseler kurutuyorlar. Çekirge sürüsü gibi geçtikleri yerlerde ot bırakmıyorlar.  


  Kalabalık olduğumuz için haliyle bir sürü poşetimiz, etimiz, suyumuz, salata malzememiz filan olduğundan poşetleri elde taşımamak  içün üç tekerlekli bir pisiklet kiralamaya karar verdik. Ve en tecrübeli ve dahi bacak kasları kuvvetli olan ben olduğumdan mütevellit sürücü koltuğuna geçtim. Malum ada yolları taştan değil ama bir hayli inişten yokuştan. Bir bindim: fena, çok fena, düz yolda zikzakları geçtim bir merkez etrafında çember çiziyorum, milletin üzerine üzerine gidip, ezilme travması yaşatıyorum.  Hakim olamıyorum direksiyona.Arkadaşlar arkamda yerlerde yatıyor gülmekten. Ben ki ilk karne hediyesi olarak pisiklet aldırmış adamım; gururuma yediremedim. Azm-ü cezm ettim. Meğerse üç tekerlekli pisiklet iki tekerlekli gibi değilmiş. Dengeyi sen değil o sağlıyormuş, kısaca onun borusu ötüyormuş. Baba büyüksün, deyip kontrolü ona bıraktım. Dengeyi o sağladı ben bastım pedala. Sonrası mı? Ve iyi anlaştık. Hatta daha sonra bir elimde börek ile bile gittim yolda. Düşünün bendeki azmi, mücadele ruhunu. Gerçi bir ara epeyce keskin bir yokuş vardı orda yardım almak zorunda kaldım. Bir de kızın birisinin ayağına çarpmış olabilirim ama onların suçuydu. Yolun ortasında düştüler ben ne yapabilirim yani. He bir de logar kapağını sağlayayım derken sağa eğimli yolda pisikleti yatırıyordum. Bıyığım sağ olsun hepsini atlattım bir çırpıda.


   Sonrası yeme, içme, eğlence, sohbet... Sahilde öğlen sıcağında bile yanmayan ben ağaç gölgesinde yanmışım. Şaştım bu işe. Amele yanığı oldum bildiğin. Güzel bir gün sonrasında ben sevgilimi özledim ve derin bir uykuya daldım...