16 Nisan 2014 Çarşamba

heyecan girmeyen bedene doktor girer


   İşe başlayalı uzun denebilecek bir zaman olmasına rağmen hâlâ daha heyecan yapıyorum. Arkadaş, yüzlerce davaya girdim daha neyin heyecanı bu! Heyecan yapınca da, kulaklarıma bir uğultu yerleşiyor, yüzüm kızarıyor ve işin daha garibi kafam dahil her yerim titremeye başlıyor. Söylenilenleri de uğultu nedeniyle anlayamıyorum, cevap verirken ne diyeceğimi düşünemiyorum. Heyecanlanınca böyle pis bir adam halinde dönüşüyorum işte.

   Geçen gene duruşma esnasında karşı taraf bilirkişi raporuna itirazını süresi içerisinde yapmamış. Kanuna göre de bu süre kesin süre olduğu için, tabi ki süresinde yapılmayan itirazların reddini talep edeceğim. Ama allahım sanki  ilk kez duruşmaya çıkıyorum. Hakim:

    -Davacı vekiline(ki bu şahıs ben oluyorum) davalının itirazlarına karşı diyeceği olup olmadığı soruldu? Ben:

 -Eee...ımmm... Davalının, ımmm... Davalının itirazlarının süresinde, ımmmm... olmadığından, ımmm(İçses devreye girer: kesin süre miydi şimdi bu, bunu da söylese miydim, ama belki değildir, rezil olmayım şimdi sadece reddini talep edeyim)(Hakime hanım çattık der gibi yüzüme bakar. Bir saniyelik, sıçıyorum, tüy dikmeden fakire bir yardım bakışı atarak ben de ona bakarım.) itirazların reddine karar verilsin. Ohhh çok şükür söyleyebildim. Hakime hanım zapta geçer söylediklerimi. 

   Gereği Düşünüldü:  
   -Davalı tarafın bilirkişi raporuna itirazları dikkate alınarak, dosyanın yeniden bilirkişi incelemesi için gönderilmesine, duruşmanın bu nedenle talikine....

   Hay sıçayım ağzına yaaaa. Kesin süre be  kadın, kesin süre! Dikkate kendiliğinden alman lazım. Ben itiraz ed(e)memiş olsam bile senin dikkate alman lazım. 

   İşte böyle! Heyecan fena şey, bende ters etki yapıyor, hiç sevmiyorum ve heyecanımın geleceğini hissediyorum(soldan soldan yaklaşıyor şerefsiz meret) engelemeye çalışıyorum ama bazen ne yaparsam yapayım engel  olamıyorum. 

10 Nisan 2014 Perşembe

bir kaytan usta varıdı!


   Çok güzel bir manzara gibi görüyorsunuz değil mi? Evet gerçekten de öyle. Ama gelincik sadece göze değil aynı zamanda damağa da hitap ediyor anacım. Biz Egelilerin iki kavur bir çevir mutfağından yeni bir tatla karşılarınızdayım. Neden şimdi gelincik diye soracak olursanız şimdi mevsimini ucu ucuna kaçırmak üzeresiniz de ondan. Ayrıca "Çiçek canım o, yenir miymiş?" diyenlere sadece "Bok yiyin!" diyorum :P Gelelim tarifine:

   Efenim ilk olarak, gelinciğin otunu tanımanız gerekiyor, her sakallı dedeniz olmadığı gibi bu mevsimde tarlada çıkan her ot da gelincik değil. Gelinciği henüz kartlaşmadan/çiçeklenmeden toplamanız gerekiyor.(Toplama imkanı olmayanlar için sanırım şu organik pazar/manavlarda bulunacaktır. Ama tarlada olanını bulmanızı tavsiye ederim. Zira organik deyip kakalıyorlar bi sürü paraya size.) Topladıktan sonrasında topraklı olduğu için güzelce yıkamanız lazım ki yerken civata yermiş gibi sesler çıkarmayın. 

   Arkasından bunu uzunca doğruyorsunuz ve haşlıyorsunuz. Zaten ot olduğu için(ki ege yemeklerine zaten genel olarak ot yemekleri derler, hepsinin adı ot yemeğidir.) bir taşım kaynatmak yeterli olacaktır. Arkasından irice bir soğanı uzun uzun doğruyorsunuz, içine de bir kepçe salça koyup bunları uzunca bir süre kavuruyorsunuz. Soğanlar yumuşadıktan sonra haşladığınız ve suyunu bekleterek süzdüğünüz gelinciği atıyorsunuz tavaya.Salça-soğanla karışıncaya dek güzelce kavuruyorsunuz. Sonra da servis ediyorsunuz. 

   Anacım yemediysen yanında yat, adamı/karıyı boşatır; o derece. Hatta elinle ye tavsiyem. Valla çok güzel oluyor. Tabakta az gibi görünür ama çok bereketlidir. Allahım nasıl bir tattır bu, o an gelinciği tarlada hayal edemiyorum. Sadece tabağıma yakışır gibi geliyor. 

   Denemediyseniz deneyin derim. Pişman olmayacaksınız bence.