26 Haziran 2012 Salı

yedim yedim doymadım

  Takip edenlerin bileceği üzere geçenlerde memlekete gittim. Pambık elli annem en sevdiğim yemeklerden biri olan kabak çiçeği dolması yapmış. Çok fazla kimse bilmiyor bunu ama inanılmaz güzel bi tadı var. Kızartmayı bile zeytinyağıyla yapan bizler için zeytinyağlı bir yemek netekim. Yanına da cacıksız olmaz tabi.Ben geliyorum diye annem kaç gün öncesinden ısmarlamış çiçeği. Ben bu kadının neresini mıncırsam bilemiyorum. Bulunmuyor çünkü öyle kolay. Sabahleyin toplamak ve hemen doldurmak gerekiyor yoksa kapanıyorlar. Zahmetli biraz. Diğer erkekleri bilmem ama benim kalbime giden yol kesinlikle midemden geçiyor, orası açık.

25 Haziran 2012 Pazartesi

love'em

  Bu ayakkabılardan istiyorum. Görüp de haber vermeyene; duyup da hediye almayana çok pis gider yaparım eyer ossun. Şu şirinliğe bak yahu. Tam da mevsimi. Zaten denize bir kez girebildim memlekette...

23 Haziran 2012 Cumartesi

ah be blog

  Babamla pek iyi geçinebilen bir çift olmadık genelde. Elbetteki severim, sayarım, güzel huylarını takdir ederim. Ve en önemlisi de hiç bir zaman bizi ne aç bırakmış ne de açıkta koymuştur. Erdemli bir adamdır. Lakin biz yine de anlaşamadık. Onun hararetli, kendini tutamaz, saman alevi yapısı yanında benim sakin, çoğu zaman önce düşünüp sonra hareket eden ve en önemlisi de alıngan şahsımdan dolayı tabi ki de...


  O kendi yaşamak istediği, kendini görmek istediği yerdeki hayatı bana dayatarak ve geçmişteki kendince eksik gördüğü yönlerini benim vasıtamla gidermeye çalıştı. Tabiri caizse pısırk kişiliğim dolayısıyla beni hiç mi hiç sevmediğim ve karakterime de hiç uymayan bir mesleği yapmaya zorladı. Evet iyi kazancı olabilirdi bu mesleğin ama sevmediğim gerçeğini değiştirmiyordu bu durum. Belki bu yüzden onu hiç affetmeyeceğim. 


  Sevmediğim bir mesleği yapmaya zorlandığım için olsa gerek, üniversitede başarılı bir öğrencilik geçirmedim. Okulu beş buçuk yılda ancak bitirebildim. Hemen hemen her dönem en az bir büte kaldım. Bir çoklarının: "Senin bölümde normal bu süre, en az beş yılda bitirebiliyor millet." dese de hayatım boyunca başarısızlığa alışmamıştım ben. Hep en parlak öğrenci olmuştum sınıfta, en iyi notlar benim olmalıydı. (Asla rekabet ederek değil. Benim hiç bir zaman öyle kıskanç bir tavrım olmadı. Hep üzüldüm arkadaşlarım kötü not aldığında. ) Kanıma dokunuyordu bu durum ama benim bunu engellemek için elimden bişey gelmiyordu. Babam da alışık olmadığı için bu genel başarısızlık durumuna, hala daha benim suçum olduğu yönünde iddiaları var. 


  İşte bu iddialardan dolayı mıdır yoksa son zamanlarda aramızın iyiden iyiye soğumasından mıdır bilmem, stajım hala bitmemiş olmasına rağmen kendince beni bir cezalandırma yöntemine gidiyor. Bana para-harçlık göndermiyor. Tabi ben de yaşım kaç olmuş diyerek istemekten çekiniyorum. Aldığım üç kuruşluk stajyer maaşıyla geçinmeye çalışıyorum artık ne kadar mümkünse. Geçen ay açık verdim. Halbuki oğlak burcuyum, tutumluyum(tamam hadi hadi bir nevi cimriyim:)), hiç öyle savurmam parayı sen düşün yani. Ama yetmiyor ne yapsam da. 

  Duydum ki, anneanneme başlayan öğrenim ve katkı kredisi borcumu ödemem gerektiği yönünde bişeyler söylemiş. Bunu duyunca artık cinnet geçirdim. Nasıl geçirmeyeyim? Bi kere zaten beni istemediğim bir bölüme gitmeye zorluyorsun.(Eminim istediğim bir bölüme gitseydim çok daha başarılı olabilirdim.En azından okulu uzatmazdım. Sevdiğim şeylerde oldukça istikrarlıyımdır.) Bu bölümün geçilmesi gereken zorunlu bir takım yolları var ve staj bunlardan birisi. Ben o yolda yürüyorum ve stajda para vermediklerini veya çok az verdiklerini biliyorsun.  İkinci ve belki nispeten daha az önemli olan nokta; ailede zaten sadece iki kardeşiz. Bir ablam var ve o da erken yaşta evlendi gitti. Dahası damatla araları hiç mi hiç iyi değil. Bulsalar bir kaşık suda birbirlerini boğarlar. Habire böyle geleceğe yatırım yapıp, tarla bahçe alma derdinde olmak niye? Anneme: "Siz neyin derdindesiniz? Benim burda açlıktan nefesim kokuyor, siz kalkmış sürekli felanca yerde zeytinlik varmış, feşmekenaca yerde bilmem ne varmış onlara bakıyorsunuz. Kime bırakacaksınız bunları? Damada mı? Hem sevmiyorsunuz hem ona mal mı kazanacaksınız?! Geleceği bu kadar düşüneceğinize benim asıl şimdi ihtiyacım var, ona bakın." dedim. Başka çocuk olsa geride amenna! Ama yok yani.


  Tamam kabul, şu yaştan sonra bana bakmak zorunda değil ama şöyle de bir olay var: Babam hep dedemden dert yakınır konusu çıktığı zaman. İlk evlenip dükkan açacağı zamanlar işi gereği alet edevat takımı alması gerekiyor. O zamanlarda kredi bilmem ne sistemi pek yok ya da bilinmediğinden midir nedir kefil bulması gerekiyor. Dedeme, yani kendi babasına gidip kefil olmasını istediğinde "İş yapmaz bu!" deyip kefil olmamış dedem. O zaman çok ağırına gitmiş dedemin bu davranışı. Peki neden şimdi aynısını bana uyguluyor bunu anlamış değilim. Sen bu konuda ağzı yanmış bir insan değil misin? Kendi öz oğluna yaşadığın ve hiç hoşlanmadığın bi davranışın benzer bir şeklini uyguluyorsun?Neyin kafasındasın? Mantık aynı mantık, düşüncenin özünde  pek bir fark göremedim ben. 

  Çevresindeki bir çok insan: "Altın gibi oğlun var kıymetini bil. Bu devirde nerde öyle evlat!" diyorlarmış. Buna rağmen bulduğu her fırsatta üstelik benim yanımda, kendisinin bende görmek isteyip de yapmadığım ne varsa anlatıyor. Ve bunu resmen beni azarlarcasına yapıyor. Bazı şeyleri anlatamıyorsun.


  Böyle işte. Bazı şeyleri anlatamıyorsun sevgili blog. Sen onlardan daha geç dünyaya gelmiş olman dolayısıyla sana daha dünkü b.k muamelesi yapıyorlar. Evet benim için çok değerliler, onları çok seviyorum, Allah korusun başlarına bişey gelse çok çok çok üzülürüm. Ama NEDEN? Sebep bulamıyorum, mantıklı bir açıklama da...

20 Haziran 2012 Çarşamba

dem bu demdir

  Yaşlanmaya başladı nenem artık. Bacaklarındaki arsız romatizmaları iyice azdı. Bir yıldır tedavi görüyor ama bana mısın demiyor. Az da olsa ağrıları azaldı gerçi, buna da şükür. Kolay beri acıya of bile demez, yaman kadındır. Ama belli kötü yani. Evde ya da yakın çevresinde oturarak geçiriyor günlerini. Bundan oldukça şikayetçi. "Gençken bu yaşlılara özenipdururdum, ne güzel hiç bi bişeycik yapmadan oturuyorlar diye amma öyle değilmiş meğerse; yapacak bişey olmayınca zor oluyormuş. Şimdi iş işleyebilsem keşke." diye hayıflanıyor."Otura otura kabalarım yara oldu, ne yapsam bilemedim." diye benden medet umuyor. Kıyamadım. Rahmetli kocası dedem de tam on beş sene yattığından böyle olmuştu. Ben onu hiç sağlıklı görmedim desem yeridir. Tüm çocukluğum onun nefes tıkanıklığı ile geçti. Son dönemlerde kelimenin tam anlamıyla yatak battı iyice zayıfladığı için. Onun da kabaları yara oldu. Onu dedim ben de."Ya oğlum sorma sen!" dedi. "Elyaf yastıklar var ya, onların üzerine otur, daha yumuşak olur onlar çekyatın süngerinden." dedim. Tavsiyeme uyacak sanırım. 

   Kış için çınar odunu getirtti. Odunların sobaya sığacak büyüklükte baltayla küçültülmesi gerekiyor. Bilenler bilir, çınar ağacı büyürken burgulanarak büyüdüğünden kesmesi çok güçtür. Genç, güçlü-kuvvetli komşunun oğlu çağırıldı bu iş için. Akraba da oluyor neneme, köy yerinde herkes akrabadır gerçi. Çocuk vurdu mu yeri sarsıyor lakin çınar da inatçı. Kolay kolay pes etmedi. Nenem çok iyi bilir gaz vermesini. Çocuğun şevkini artırmak için mi yoksa kendi gözlerinin önünden kendi anılarımı geçiyor bilmem iç geçirdi: "'Ah kahpe gençlik ah! Şimdi genç olaydım, ah kahpe gençlik ah!' derdi D dayın sağ olsaydı." dedi rahmetli dedemi kastederek. Sana bana taş çıkartır bu yaşında, bu haliyle. Hiç yaşlanacak kadın değildi aslında nenem ya ah ömür işte, bir nefes içimlik; çabuk geçiyor anlaşılan.

  Biraz hava değişikliği olsun diye memlekete geldim. Sıkılmıştım İstanbul'un keşmekeşinden. Yarın nasipse köye, neneme gideceğim. Özledi beni, sesi titrek geliyor. Benim içim buranın tatlısından yapacakmış. Ben de onu özledim. Gidip hayır dua alma vaktidir şimdi. Biraz sevgiye ve özleme doyma vaktidir.

14 Haziran 2012 Perşembe

bebe-ruhi

   Bir alışveriş merkezinde arkadaşla dolaşıyoruz. Arkadaş telefonda ailesiyle konuşmak için biraz hızlı yürüyüp öne geçti. Ben de o sırada ne yesek diye malak gibi etrafa bakınırken karşıdan, bir yaşından hallice tombiş mi tombiş, yanakları kırmızı kırmızı bebeğin birisi paytak paytak kollarını açmış, bana doğru geliyor.(Amma çok ikileme yapmışım:))  Başta umursamadım, dengesini-yönünü kaybetti herhalde diye düşündüm. Yok yok... Bana doğru geliyooooorrr, derken hop bacağıma sarıldı. Şaşırdım ne yapacağımı. Sonra yukarı, yüzüme baktı ve "Beni kucağına al!" diye kollarını bacağımdan sıyırıp yukarı kaldırdı. Ben de bu sevgi seli karşısında dayanamadım canım, n'apayım aaaa!:) Aldım kucağıma. Yüzüme bakıp şirin şirin sırıtıyor. Arkasından hızlı hızlı annesi geldi: "Kızım abiyi rahat bırak! Kusura bakmayın, erkekleri çok seviyor da." dedi. "Ben de kendimi özel sanmıştım. Umarım ilerde de böyle olmaz." diyorum içimden pis pis. Çok fesatım.:) "Yok yok sorun değil, maşallah çok sevimli." dedim. Bayaca bir ağırdı yani topaç gibi.:) 
  Çocuklar böyledir işte. Kim olduğunuz, ne olduğunuz, nasıl olduğunuz, renginiz, diliniz, dininiz onlar için hiç önemli değildir. O anda size karşı hisler beslemişlerse hemen ortaya koyarlar bunu. Yanlış anlaşılıp anlaşılmayacağını düşünmezler. Severse koşulsuz severler sizi. Bu yüzden cennet kokuludur onlar.

12 Haziran 2012 Salı

kalimera,kalispera, kalinixta

  Etnik müziği severim. Etnik müzikler içinde dokuz sekizlik diye tabir edilen, insanın kanını kaynatan, Balkan müziklerini  severim. Tabii bunlar içerisinde çok hüzün kokan müzikleri de severim. Ama nedense Yunan müziğine karşı bir zaafım var. Bilemiyorum acaba Kuzey Ege'nin havasından-suyundan mı  kaynaklanıyor bu durum. Hani Yunan yanlısı bi insan değilim. Aksine bizim oralarda Kurtuluş döneminde Yunanlılar bölge insanına çok zulmettiklerinden  sevilmeyen kimseler için "Yunan Gâvuru gibi" diye deyimler bile türemiştir. Ama ne bileyim severim ben. Bir denizin iki yakasını paylaşıyoruz sonuçta.:)

Not: Resim bir albüm kapağına aittir ve albümü çok severim, tavsiye olunur:)

7 Haziran 2012 Perşembe

sövücem tutmayın beni

  Daha bi kaç gün önce Güncel Hayat isimli yazıda işle ilgili atıp tutmuştum ya, bununla ilgili gelişmeler var çok sövülesi. Şimdi ben memleketten İstanbul'a geldim, bilenler bilir üniversiteden sonra. Niye geldim? Staj dönemi içerisinde orda para veren bi yer bulamadığım ve ailemle ilgili bir takım özgürlük sıkıntılarım olduğu için, bir de zaten arkadaşlarımın tamamının İstanbul'da olması sebebiyl... Ama bu avukatlık mesleği gerçekten de hiç çekilesi değil, şu şehirde. Herşeyi çok güzel, süper, mükemmel şehrin; bi bu değil. Her şeyden önce avukatsın ama adliyedeki memurun havasından yanına yaklaşılmıyor. Yoksa canım, güzelim memleketimi bırakıp gelir miyim? Hiç...

  Buraya gelmeden önce il merkezine gidip iş aradım. Bu sırada yakın bi akrabamın bacanağı da avukat olduğu için onla görüşmüştüm. Adam sırf bizim akraba gönderdiği için üç beş kelam etti ama resmen benim yüzüme bile bakmadı. "Gelme" demedi evet, ama gel de demedi. Gelmezsen daha iyi olur ana temalı bir konuşma yaptı. Gün gelip keser döndü. Yanındaki avukatlardan birisi ayrılıyormuş. Yoğun olduğu için de yerine fellik fellik birisini arıyormuş. Kendisiyle konuşmadım ama sözde ortak veriyormuş işi. Ben şu sıra stajdan sonra ne yapar, ne eder, nasıl işi kıvırırım diye düşünürken bu teklif resmen ilaç gibi geldi. Ancak şöyle bi şey var ki; şimdi bu adama aynı şekilde yüz vermek istemiyorum, bu bir. Muhakkak birisini bulacaktır ama bizim orda öyle gökten yağmıyor avukat, hele de güvenebileceğin biri. Çünkü yüklü meblağları emanet etmen gerekebiliyor yeri geldiğinde. 

  Bir de neden bu şerefsiz hayat yeni bulduğun birisini terketmen için karşına cazip teklifler çıkarır ki? Daha yeni buldum onu ben. İlk defa tam anlamıyla uyuştuğum birini. Düşünce yapısı, yüzü, güzelliği, gönlü, deli gibi seven bir yüreği... Her şeyiyle hoşuma giden biri varken karşımda hayat bana neden bir orta parmak şovu yapıyor durduk yere? Bu da iki. 

  Bana en azından bir fikir verin sevgili bloggerlar sizce ne yapmalıyım? Biliyorum son karar benim ama ikinci saydığım etken oldukça etkili...

5 Haziran 2012 Salı

hanımelisi

  Ne güzel çiçektir bu yahu! Çocukken ortasından çıkan özünü tutup şöööyle çekip yememişse kişi, âleme gelmiş sayılmaz kanımca. Gitsin bir psikologa görünsün, psikolog onun çocukluğuna insin, bişeyleri kurcalasın, oynasın, e yapsın bişeyler işte; oraya bu enfes tadı yüklesin.:) Arıları kışkışlaya kışkışlaya uzansın dünya çocukları ve yiyip belli belirsiz tadını aldıktan sonra dünya hep barışla kalsın.

  Adı da güzel tadı gibi. Kadına yaraşır bir zarafet olmuş. Güzel bir yüz, ince bir bel, nefis bir tat ve güzel bir koku.(Cinsel anlamda bişey hissetmesem de anlarım güzel hatundan vesselam:P )

 Hep bizim bahçe deyip duruyorum sıkıldınız ama ne yapayım cennet gibin bir yer. Şimdi mandalin ve greyfurt çiçekleri ile birlikte açmıştır hanımeli. Karışmıştır kokuları birbirine. Ahenkli bir dans başlamıştır. Bahçe tam bir parfüm şişesi gibidir. İçeri bir girersin bahçe kapısından, yüzüne bir yalım gibi çarpar koku ve hafif bir esinti... İçine çekersin "mmmmmmmıııııhhhhhh..." diye doyamazsın. Ömrüne ömür katar. 

  Resim için şorayı tıklayıverin gari. Bir de Rafet Ağabeyimizin bir şarkısı varmış. Aynı sayfada çok da güzel imiş. Hanımelisi çiçeğine yaraşır bir şarkı olmuş melodisi filan.

    Koş hanım koş! Hanımeli mevsimi geldi de geçiyor bile.

3 Haziran 2012 Pazar

güncel hayat

  Son zamanlardaki hayatımdaki gelişmeleri aktarmayalı hayli zaman oldu. O yüzden sanal günlük olma yolundan sapıyorsun Sevgili Blog. "Amacına uygun kullanım lütfen!" dediğini duyar gibiyim. Kodum mu oturturum ona göre, haddini bil! 

  Neyse... Amele sümüğü gibi uzayıp durmuş stajım neredeyse bitmek üzere. Yaklaşık on üç günüm kaldı ama, fakat, lakin  onca uzamasına rağmen bir türlü yazamadığım, yazıp da sunamadığım bir tezim var. Eğer bunu sunamazsam stajım uzayacak ki hali hazırda durum bunu gösteriyor.

  İkinci bir durum da stajımın son günlerini işten ayrılarak KPSS'ye hazırlanmakla geçireceğim. KPSS zorunlu mu hayır, özellikle bizim meslekte(bilmeyenler için avukatlıkta) ama özel sektörde caanım, gülüm sevgili avukatlarımız kanunların baş çiğneyicisidirler.Ne mesaiye kalırsın onun parasını verirler, ne hafta sonu tatili bilirler, ne öğle arası aç kalmışsın onların umurundadır.  Kendilerini Varyemez Amca'nın varisleri olarak gördüklerinden midir nedir bilmem "Paraaaa, paraaa...!" diye binler kazanıyor olmalarına rağmen yanlarında af edersin ama köpek gibi çalıştırıp kuş kadar maaş veriyorlar. İşin daha korkuncu duyduğum son haberlere göre yurtdışından ihraç avukat getirterek siyasilerimizin buna çanak tutmaları. Zaten yeterince zor şartlar altında çalışan bizler daha da zor durumda kalacağız gibi görünüyor. Sanki bizim memleketimizde  yeterince özel üniversiteden veya devlet üniversitelerinden hukukçu mezun olmuyor. Sözde, kanunda "işçi avukat- patron avukat" ayrımı yoktur, ama uygulamada bal gibi de vardır. Ve eğer yukarda bahsettiğim yabancı avukatlar gelirse bu durum ayyuka çıkacaktır. Ama gören göze tabii. Çok dertliyim bu konuda çok...

  Bi kaç ay sonra kim inanır ruhsat alıp avukat olacağıma  sevgili blog? Hiç bi halt bilmeden avukat olacağım, Yar bana bir eğlence medeeeeeetttt!:(((  


  İşte böyle... Havalar da ısındı. Ben köyümü de yeğenlerimi de özledim. Kayısılar da çıkmıştır bizim oralarda. Yeşillenmiştir her yer, bi gidip görsem mi sevgili blog ne dersin? Son yatış günlerim sanırım. Çok şükür bugünümüze...:)))