Hayata hep söver sayarız ama hayat, aslında hepimizin sandığından daha adil.
Öyle maharetlice terazinin kefelerini dengeliyor ki hiç farkına bile varmıyoruz
nasıl olduğunun. İki olaydan bahsedeceğim şimdi:
1-Bir dönem çok hoş bir çocukla sevgili olmuştum. Şımarık, hep istediği
olsun isteyen, kaprisli birisi olmasına rağmen o zamanlar tahammül seviyem ve
katlanabilitem çok olduğundan bir müddet beraber olmuştuk. Sevmiştim en içten bir şekilde hem de. Amma yürümedi,
bişeyleri bahane ederek ayrılmıştı. Çokça bir zaman sonra duygusal bir boşluk
anımda mesaj atmıştım çünkü arada aklıma geliyor ve nasıl olduğunu merak
ediyordum. Numaramı silmemiş olduğuna şaşırmıştım. İyi gibi olduğunu, birine çok feci bir şekilde aşık olduğunu, onun da kendisinin ağzına tam
anlamıyla sıçtığını ucundan kıyısından anlattı. Böyle olmasına üzülmüştüm
diyemeyeceğim. İçimde garip bir biçimde adaletin yerini bulduğuna dair garip
bir his belirdi. Bizim sevdiğimiz kişilerin bizi sevmemesi karşısında
çektikleri aşk acısı, insanda bir yerlerde öç alma duygusunun tatmin olmasını ve
adaletin yerini bulmuş olduğunu görmenin inanılmaz hafifliğini beraberinde
getiriyormuş. Hâlâ bile aklıma arada sırada gelir, özellikle de boşlukta
olduğum, kimse tarafından sevilmediğimi, düşünülmediğimi düşündüğüm zamanlarda…
Acaba o da beni düşünüyor mudur? Sanmam, ama belki bir gün aklına şu gelir mi:
“Ben bu adama aşığım ama bana zulmediyor, keşke beni seven bu ahbideliolsam ile
beraber olsaydım, değerli hissettirirdi en azından.”
2-Başka bir dönem, çocuğun birisi ile çıkmaya başladık, sanal bi ilişki. Uzaktı, internet üstünden konuşuyorduk. Ama ben farklı bi bendim artık,
bir önceki seferde olduğu gibi tahammül seviyem yüksek değil aksine yerlerde
sürünen biri… Yürümedi, tabi. Ama bana deli gibi aşık olduğunu da biliyordum.
Buna rağmen bitirdim. Hayat devam ediyordu, üzülse de atlatmış ve bir sevgili
edinmişti. İşini eline almış, bana yakın bir yere gelmişti. Sevgilisi ile arası
iyiydi. İletişimi kesmemiştik. Ama ben iyi değildim, kendimi yalnız
hissediyordum. Bulunduğum yerde birini bulmam imknasızdı. Olanlar da tam ortalık malı tiplerdi. Ciddi birilerini bulmanın imkanı yoktu. Dahası artık yeni biriyle tanışacak, alışacak takatim de yoktu.
Bir nevi tükenmişlik yaşıyordum. Bunu her konuşmamızda anlıyordu. Beni hâlâ
sevdiğini biliyordum ki bunu zaten gizlemiyordu. "Bir gün ileride sen ve ben
ikimiz müsait olduğumuzda tekrar deneriz." diyordu. Ama ne zamana dek
beklemeliydim, ne zamana kadar dayanabilirdim, o müsait olduğunda ben olur
muydum, bunlar kocaman bir muammaydı. Onun da benim bir önceki sevgilime
hissettiğim duygularımla aynı duyguları hissettiğinden adım gibi emindim. Bunu
ona söylemekten çekinmedim. O da bu durumu inkar etmedi. Sadece üzülmemi
istemediğini söyledi o kadar.
Çok insanî bir dürtü bu. Sadist bir tarafımız mı vardı? Adil olanın
yerine gelmesinin verdiği bu manevi duyguyu bir çok dinde de görüyoruz aslında:
kısasa kısas, göze göz.
Dedim ya hayat aslında maharetli bir hakim. Hak edene hak ettiğini
dolaylı yoldan veriyor, terazinin gözlerini eşitliyor. Elindekinin değerini
bilmezsen sana öyle güzel bir sille vuruyor ki feleğin şaşıyor. Ama iş
anlayabilmekte yatıyor. Bazen anlıyoruz, ders çıkarıyoruz da bazen sadece bön
bön bakıyoruz.