17 Temmuz 2013 Çarşamba

Kadirye


  Bu isimdeki kızların hepsi mi böyle olurdu?
  Nar tanesi gibi yanaklar, pempe pembe... Çekik gözlerinin içinde bir ateş, kaf dağından gelmiş gibi yanar da yanar. İyi anlaşırdık. Hatta köye gittiğimizde onların evinden çıkmazdık. Evi o kadar dağıtır ve o kadar gürültü yapardık ki gerçek anlamda ahşap döşemeli evin kasnaklarının, ayaklarımızın altında esnediğini hissederdik. Annesi de bize hiçbir şey demezdi. Babası yani dayım gelince az biraz çekinirdik, oturaklaşırdık.

  Kuzenim oluyordu zaten. Ama anlam veremediğim bir farklılık sezinliyordum onda. Geniş hayal dünyama rağmen, ayak basılan dünyanın acımasız gerçeklerini göremiyordum.

   Aramızdaki en ufak diğer kuzen daha dört beş yaşlarında bile yoktu. Ona sorarlardı Kadriye'yi ne yaptınız, diye. Dereden aşağıya attıklarını söyler, teatral bir biçimde Kadriye'nin yuvarlanışının taklidini yapardı. Sonra annesinin nasıl ağladığını gösterirdi. Çocukça bu gösteriden kendisi birşey anlamasa da aynı saflıkla bir şeyler döndüğünün o da farkındaydı. Bize anlatılmadı, anlatılmazdı da bu tür şeyler zaten çocuklara. Çünkü bu toplumumuzda şuyu vuku'undan beter denilen cinstendi. Çok sonraları yaşımız gelişip de etrafı sorgulamaya başladığımızda yarım ağızla anlatılan yıllar öncesindeki olaylara vakıf olabildik. Çoğunu da kendi hayal gücümüzle doldurarak...

  Kadriye, ki biz ona Kadirye diyorduk, benden bir yaş büyüktü. Derenin kenarında, ulu ceviz ağacının gölgesindeki köyün eski zamanlarından kalma kocaman değirmen taşının yanında evleri vardı. Halamın ikinci kızı olmasına rağmen biz onu dayımın kızı olarak bildik, öyle tanıdık yani. Dayımın hiç çocuğu olmayınca evlatlık olarak verilmişti. Ama kendisinin bile oldukça hayatiyet arzeden bu konudan haberi yoktu. Olsaydı ne değişirdi bilemem ama en azından kökeni hakkında herkesin bilgili olmaya hakkı vardır diye düşünürüm. Hem yıllar sonra gerçekler ortaya bir şekilde çıkınca kıyametler kopuyor, yaşanılan hayal kırıklıkları, yeni baştan stresli-çalkantılı dönemler kırla gidiyor. Öyle de oldu.

   Halamın kızı olmasına rağmen Kadirye öz annesini bilmediği ve sadece akrabalık ilişkisi olduğunu sandığı için, son dönemde sık halamgile gitmesi, evlatlık verildiği dayımın ailesinde tedirginliğe neden oldu. Halamın belki bir kaç hareketinin de bunda payı olabilir, bilemiyorum. Dayımlar da bu durum karşısında pek göndermemişler Kadirye'yi ya da ayağını kesmişler biraz. 

   Bir bayram günü olsa gerek. Bütün aile efradının toplandığı esnada dayımlar ve Kadirye arkadan geldiler. O ahşap merdivenlerden çıkınca salonda oturan halam dayanamadı. Kadıncağızın yüreğine bir ağırlık çöktü ve küt diye fenalaşıp bayıldı. Anne yüreği kaldırmadı belli ki hasreti. Olay o olaymış. Kadirye durumu öğrendi, bütün köy çalkalandı, babaannemgilde dediler kodular birbirine karıştı. Ondan sonra da en sevdiğim kuzenlerimden olan Kadirye ne doğru düzgün bizle buluştu, ne de halama, yani öz-annesine gitti. Oyunlarımız yarım kaldı. 

   Dayımlar, evlendirirken dahi halamların en azından önünden geçmediler, bi fikirlerini sormadılar. Ne onlar olaydan sonra fikir aldılar, ne biz eskisi gibi Kadirye'yle iki lafın belini kırdık. Eski günlerin anısına bir tebessüm edip kafamızı önümüze eğdik. Araya soğukluk girdi mi bir kez fayda etmiyor ondan sonra. 

    Şimdi Kadirye asker bir beyle evlendi ve çoluk çocuğa karışarak Anadolu'nun her bir yerini karış karış geziyor. Geçenlerde tesadüfen çocuğunun ve kendisinin fotoğraflarını gördüm, hala aynı yanaklara sahip olmasa da aynı ateşli gözlere sahip; yangın yeri gibi. 

 Dayımlar bu olaydan ve daha başka olaylardan sonra sülalesi ile olan bağlarını neredeyse kopardılar. Asıl sebep bu muydu yoksa maddi konular idi de bu onların bahanesi mi oldu bilemeyeceğim. Ama insanlar arasında birisi dayıma kızdığı zaman ilk yapılan dedikodu, dölsüz(!) olduğu sözleriydi. Elin dölüne miras kazanıyordu. Her ne kadar yaşanan bu olaylardan dolayı dayıma kızsam da bunları hak ettiğini düşünmüyorum. İnsanlar ne kadar acımasız. Tamamen İlahi Kudret'in hakim olduğu bir konuda nasıl da peşin hüküm koyabiliyorlar. 

   Son olarak tam bu olayı yazmaya çalışırken facebookta sonu şöyle biten bir hikaye okudum ve bu kadar tesadüfe de pes dedim:

    "Evlatlık ne demek?" 

      Küçük kızım şöyle yanıt verdi. 


     "Annenin karnında değil, yüreğinde büyümektir."

6 yorum:

Adsız dedi ki...

Dölsüz ne ya. Allah belasını versin hepsinin de. Sırf ettikleri laflarla adam öldürür bunlar.

Beyaz Çiklet dedi ki...

Hüzünlendim be Kaytan,anne baba durumları olunca çok da iyi anlıyorum.Yazıyı okurken aklıma Ezginin Günlüğü'nün "Eski Günlerimiz" adlı şarkısı geldi.Ne güzel anlatmışsın,bir de ne güzel yazmış Ziya Osman Saba.

ah bi deli olsam dedi ki...

@KTOG: bazen ok ağır laflar çıkartabiliyorlar dediğin gibi adam öldürür.:(

@beyaz çiklet: anladığını biliyorum keşke bu olaylar hiç olmamış olsaydı da ben de hiç anlatmamış olsaydım dedirten cinsten :( ama hepimiz bişeylerle sınanıyoruz

Osman Karadutgil dedi ki...

Aile arasında yaşanan kopuklukları görmedim ama çok yakın çevremden bir insanın da böyle olaylar yaşadığını gördüm. Herkes için çok zor. Dölsüz lafını duyunca resmen iğrendim Kaytan ya. Çok acımasızca :(

Unknown dedi ki...

İstanbul'da bir emlakçıda soluklanıyordum, içeriye bir Zenci kardeş girdi, düzgün bir Türkçe ile "Kiralık ev arıyorum." dedi. Emlakçı tükürür gibi "Ev yok." dedi. İki kelimenin ötesinde bir laf etmeye, gönül kırmadan derdini anlatmaya gerek bile duymadı...

Zenci kardeş başı ile selam verdi, döndü gitti.. Toplumumuzda zenci olmadığı sürece ırkçılık da yoktur..

Sizinkiler "dölsüz" deyince aklıma geldi..

ah bi deli olsam dedi ki...

@Osman K.:Maalesef ama vardır böyle dedikodular çevrende biraz kulak kabartırsan nelereini duyarsın :(

@Kaan A.:o Değil sevimliler de yani neden böyle yaptıysa yazık :( dediğin gibi sorun olmamasının sebebi var olmaması :(