Anadolu insanı yücegönüllüdür, sevecendir, misafirperverdir ama bir o kadar da inattır, inat. Biraz da cahildir, maalesef cahil bırakılmıştır. Cuma günü şu olayla birlikte bu düşüncelerim bir kez daha doğrulanmış oldu:
Mahkeme heyeti ile bindik minibüse 48 km uzaklıktaki beldede keşfe çıkacağız. Başta herşey mükemmel başladı. Puslu bir hava var. Geçiş mevsimlerinde burada çok sis oluyor, gün ve gece arasında sıcaklık farkından dolayı. Ama yol boyunca bir inişli bir çıkışlı tepelerin yanında uzanan deniz gene de güzel görünüyor. Hakimlerle tanıştım. Hatta minibüste giderken birisinin hemşehrim olduğunu öğrendim. İkiz kızları varmış. Uykusuzluktan gözlerimiz çöktü, diyor. Stajdan, avukatlık mesleğinin sorunlarından, İstanbul'da bu mesleğin neden icra edilemeyeceğinden, o ilk tanışmaya özgü havadan sudan konuşuyoruz. Konuşacak birisi olunca yol çabuk biter. Farkında olmadan beldeye geldik.
Davalar, yerel belediyenin şehir planında bazı yerleri imara açmasından ve köylülerin bundan rahatsız olmalarından kaynaklı davalar. Dolayısı ile belediyeye karşı açılmış. Büyük bir kalabalık ve belediye başkanı bizi bekliyor. Geldik, insanlarla tokalaşma faslından sonra toplantı odasında herkesin davası hakkında konuşuldu, bilirkişilere bilgi verildi. Köylülerden bir çoğu fakir, üstü başı pejmürde denebilecek amcalar. Tarım ve hayvancılıkla uğraşıyorlar. Tarım arazilerinin yerine ev dikilmesini istemiyorlar. Toprak da o kadar verimli ki bire beş veriyor; haklılar da. Vergisini ödeyemeyiz biz buranın sonra, diyorlar. Bu amcaları görünce içim bi kımıldıyor. Ahhh bu belediyeler! Oy uğruna ne şehircilik bıraktılar ne de vatandaşın hakkını verdiler, diyorum içimden. La Havle çekip devam ediyoruz. O esnada köylülerden birisi, sürekli belediye heyetindeki kişilere sataşma halinde. Sessiz sedasız laf sokuyor, gerginlik oluşturuyor. Ama kimsenin fazla kulağına gitmiyor ufak bir kaç uyarı dışında.
Keşif için önce bir kaç parsel dolaşıldığı sırada hakimlerden birisi bu amca ile konuşuyor biraz yatışır gibi oluyor. Durumu açıklıyor: "Biz kimsenin tarafı değiliz, sadece yapılan işlem kanuna uygun mu onu halletmeye çalışıyoruz, sizin aranızdaki kişisel problemler bizi ilgilendirmez, amcacım ortamı germeye gerek yok." diyor. Biraz yatışır gibi oluyor.
Yüksek gerilim hatlarının geçtiği şehrin yakınında, ince kıvrımlı tepelerin olduğu yere geçiyoruz. Burasının yeryüzü şekilleri hep böyle. Henüz çok adapte olabildiğimi söyleyemem. Kara ile ufuk çizgisinin birleştiği yeri görüyor insan gözü. Ağaç yok, yalçın dağlar yok. Alabildiğine uzanan hafif yükseltili tepeler ve verimli topraklar...Araçlardan iniyoruz. Bozuk, toprak yolun hemen kenarındaki tarlanın içine giriyoruz. Belediye başkanı ve belediyeden imar, haritacılık işleri ile ilgilenen kimseler, avukatlar herkes orda. Dava konusu parsellere ilişkin haritalar çıkartılıyor, işte şurası bilmem kaç parsel, filanca yer şeklinde tarif verilip bilirkişiler fotoğraflar çekiyor derken aniden bir kargaşa oluyor. İç gıcıklayan bir "Ahhhh!" sesi işitiliyor. Tam o esnada adamlardan birisi gerisin geri üzerime geliyor, ne oluyor demeye kalmadan bana çarpıyor. Neyse ki çok şiddetli çarpmadığı için dengemi kaybetmiyorum. Yerde bir ayakkabı... Savrulmuş, sırtüstü yere yuvarlanan belediye başkanı... Adamı benim üzerime ittiren zabıtalardan birisinin kanayan dudağı... Zabıta hemen basıyor okkalı bir küfür ve sopa alıp geliyor arabadan. Adamın sırtına, ayırmaya fırsat kalmadan bi kaç kez vuruyor. Sonra olaya müdahale eden kalabalık neticesinde taraflar ayrılıyor. Ama ortamdaki gerginlik devam ediyor. Amca atışmaya devam ediyor. Karşıdan yumruğunu gösteriyor. "Girmesin tarlama, istemiyorum onu ben tarlamda." diyor.
Belediye başkanı hala yerde hareketsiz yatıyor. Yaşlı bir adam, kilosu da var. O kadar ki bir süre adam kalkamayınca öldü mü yoksa diye düşünüyorum. Sonra hemen Jandarma ve ambülans çağrılıyor. İşin içinde mahkeme heyeti, baro başkan yardımcısı ve belediye başkanı olduğu için hemen hızla geliniyor, ortalık birden kalablıklaşıyor. Olay kısaca özetleniyor. İlk müdahale yapılıyor başkana. Ancak çok ciddi bişey yok. Kalçasında protez varmış. Sol omzu da daha önce geçirdiği trafik kazası neticesinde kemiğinin yanlış kaynamasından dolayı hasarlı imiş. Başkan da çok ciddi bişey olmadığı için keşfe devam ediyoruz. Ancak amca gerginliği devam ettirdiği için jandarmalar götürüyor. Keşfi bitirip tekrar belediyedeki toplantı salonunda olayı anlatan bir zabıt tutuluyor, hakim söylüyor katip yazıyor. Biz şahitler olarak imzalıyoruz. Hakimlerden biri bir ara toprağını kirlettiği için başkanı ittirdiğini söylediğini, söylüyor. "Yav ne olacak sanki, toprağın mı eksildi ayak basınca, Allah Allah." diyor.
Ahh be amcam! Durduk yere başını derde soktun şimdi. Yapılacak şey mi bu! Tarlama girmesin de girmesin dedin, ama şimdi bak daha mı iyi oldu. Belki de haklıyken haksız konuma düştün. İnsan tutmalı bazen kendini, özellikle de belli zaman ve mekanlarda. Ama inadı tuttu mu tutuyor işte. Ecce Homo*
*İşte(bakın) İnsan