Üniversite yılları... İkinci sınıfta çıktığım devlet yurdunda kimseleri tanımıyorum. Zaten ortama kolay alışan bir insan da değilim. Oda arkadaşlarımla kafam pek uyuşmuyor. Daha önceden hiç ailemle ayrı kalmadığım için ve o iğrenç soğuk duvarların insanı sıradanlaştırdığı zamanlar oldukça yalnız kaldığımı hissediyorum. Belki de kendisini tersleyen annesine çocuğun verdiği tepki gibi ben de aileme kızıyordum, beni bu garip yerde yapayalnız bıraktıkları için. Akşamları kantinde kısık bir selam verip tanımadığım insanların masasında yemek yiyorum ve öylesine söylenmiş bir "Afiyet olsun!" dan sonra usulca ve daha önce hiç orda var olmamışçasına çekip gidiyorum yatağıma.
İnanılmaz kitap okuyorum o yıl. Boş kaldıkça kendimi kitaplara, o kadim dostlara bırakıyorum. Şikayetçi değilim bundan asla. Ha ama, bir arkadaş bir dost olsa fena mı olur? Cevap standart. Benim istediğim sadece bir taneyken nerden bilirdim kaderin bana beş tane dünya tatlısı arkadaş vereceğini. Ve geriye dönüp baktığımda üniversitedeki en güzel günlerimin yurt günleri olacağını.
Bunlardan bir tanesi var ki kendisi ile çok yakınlaşmıştık. Daha önceden Pomak düğününe gittiğimi anlatmıştım ya hani, işte o arkadaşın düğünüydü. Bir akşam, ya onlar ya ben birbirimizin masasına oturmuşuz. Ben az sohbet etmişim. "İyi bi çocuğa benziyor." diye düşünmüş benim için. Ben pek hatırlamıyorum bu kısmı. Sonrasında aynı fakülte, aynı sınıf diye konuşunca sohbet ilerledi. Beraber takılmaya başladık. Okuldaki gruplarımız farklıydı, o yüzden pek bir arada olamıyorduk ama yurtta ve okuldan sonrasında hep beraberdik yedi yirmi dört hem de.
Yaz tatillerinden birinde memleketlerimiz yakın olduğu için bize geldi bu bahsettiğim ve bir arkadaş daha. Gezdik, tozduk, denize girdik, Şeytan Sofrası'nda güneşin batışını izledik, eğlendik,vs... her şey güzeldi. Bir yıl sonra onların Gökçe Ada'daki yazlıklarında rüya gibi bir hafta geçirdik. Bu sefer o ve ben vardık, ninesi ve dedesi de vardı ama biz gündüzleri motorla(son model olmasa da evet bir motorumuz vardı) denize gidiyor akşamları yan yana sarılarak film izliyorduk.
Bunun adadan tanıdığı güzel bir kız arkadaşı-sevgilisi vardı. Hepimiz birlikte bir doğum günü partisine davet edildik. Hava çok sıcak, dansa kaldırılmak istenen kız sayısı çok fazlaydı. biz hepi topu 3 erkek miydik neydik. Hal böyle olunca belki odunluk yaptığımdan, belki gerçekten sevmediğimden, veyahut da özel bi sebep olmaksızın sade istemediğimden hiç bir kızı dansa kaldırmadım. Ama o sevgilisini defalarca dansa kaldırdı. Ve ben onu o kadar kıskanmışım ki fark etmeden tripler atmaya başlamış, iyiden iyiye sessizleşmişim. Zaten topluluk içinde konuşmayı pek fazla sevmem. O benim ortamdan sıkıldığım için atarlandığımı, sessizleştiğimi sandı. Belki ben bile öyle sandım o gece. Ama asıl gerçek böyle değildi.
Hiç daha önce adada kalan veya denk gelen oldu mu bilmiyorum. Ama bazı geceler açık denizde, hava yaz bile olsa inanılmaz hızlı değişebiliyormuş. Biz parti bitip milletten ayrıldıktan sonra hava bir bozdu, bir fırtına çıktı sanırsın ki şubat ayındayız. Biz tişörtlerle güneş görmüş mart buzağısı... Onun yanında bir ceket vardı ne olur ne olmaz diye aldığı. Bana verdi giy diye. Ama hava o kadar soğuktu ki, dayanamazdım onun öyle durmasına. "Nasıl olsa gece! Kimse görmez. Motoru kullanan sensin ve rüzgar seni daha fazla üşütecek. Ceketi sırtına değil göğsünden tarafa kollarından giy. Sen bana gelen rüzgarı kesiyorsun zaten.Ben de kollarımı senin beline dolarım ve ceketin altında kalır, üşümez." dedim. Bu öneriyi iki hetero arkadaş nasıl dalga geçerek dikkate alırsa o şekilde dalga geçerek uyguladık. Ben rüzgardan dolayı onun sırtına dayadım yanağımı.Bacaklarımı da soğuktan korumak için kıstım.Titriyordum ama onun sıcaklığını hissedebiliyordum. İtiraf edemiyordum kendime huzurlu olduğumu. O kızdan kurtulduğumu. Hayatımdaki en komik belki, ama en hoşuma giden anlardan birinin bu olduğunu.
Eve vardığımızda, yatakta o kadar moralim bozuktu ki gözlerimin yaşarmasına engel olamamıştım. Neden ona karşı böyle hissettiğim ve o bunları bilse yine de böyle davranır mıydı'ğı ile ilgili sorulardı. Sonra karanlıkta yanıma, yatağıma geldi. kolunu boynumun altına attı. Daha önce bir çok kez yaptığımız gibi... "Neden böyle olduğumu, çok iyi bi insan olduğum için elbette bir gün birini bulacağımı ve bunu gerçekten yürekten istediğini, üzülmememi, eğer farklı cinsiyette olsaymış benimle evlenmeyi bile düşüneceğini vs vs" konuştuk.
Benim bile bilmediğim şeyde onu suçlayamazdım. Belki biseksüeldi, o da belki uzun bir süre bana karşı duygular besledi. Bilemiyorum. Çok kız muhabbeti yapardı, belki de heteroydu. Birlikte yaşadığımız şeyler gerçekten masumaneydi. Ne ben bu konudan ona bahsettim ki o zamanlar kendime bile söylemeye çekindiğim şeylerdi, ne de o bana... Egosuzduk, kirlenmemişti ve kararmamıştı benim ellerim. Çocuksuluğun o süt kokusunu hala ağzımda taşıyordum ama sevilesiydi. Yorgun değildim o zamanlar. Hayata karşı bu kadar ümitsiz değildim. Şimdi ise gelenler, gidenler, gelip de bi selam verip kalmak isteyip sonra nedensizce sonuçsuzca çekip gidenler, ne istediğini bilmeyenler sardı etrafımı. Büyüdüm ve kirlendi dünya.
O evlendi, bense düğününde ona bir hediye aldım, sıkıca sarıldım. Düğünü boyunca yanındaydım. Kendi ellerimle salondan arabaya bindirdim. Arkamı dönüp yoluma devam ettim. Tüm masalların mutlu bitmediğini hayatın çokluk alanında sadece ve sadece yönlendirildiğini, senin ellerinde olmayan bir hayat yaşamak zorunda kaldığını öğrendim. Kalbimin sertleştiğini ve daha az müsamahakar bir insan olma yolunda ilerlediğimi fark ettim. Bunun sorumlusu ben değildim ama bir sorumlu da bulamazdım.